Home > Ankara, günce > At Pazarı, Koyun Pazarı, Saman Pazarı…

At Pazarı, Koyun Pazarı, Saman Pazarı…

Havalar ısındı… Ağaçlar çiçek açtı… Günler daha uzun… Bir de hava aydınlıkken işten çıkıyoruz ya… kıpır kıpır ortalık… Bugün soğuyan havaya, dün ortalığı kasıp kavuran yağmura rağmen içimden bir an önce şıpıdık terlikler ile dolaşmak geçiyor… Bahar resmen gelmiştir.

Bir yanda herşey altüst hayatımızda… Aile, sağlık, iş, para ile ilgili herşey zor, hatta çok zor… Zorlamayan iki şey var birincisi aydınlık havalar, ikincisi de tabi ki Mira’cım… Bu kadarı herşeyi kolaylaştırmaya yetiyor… Daha önce olmayı bilmediğim kadar mutluyum… Öyle ki bazı anları dondurup, hep orada kalmak istiyorum.

Cumartesi günü hava muhteşemdi. Mira’cım ile ben bahçede eşelenirken Cenk daha cazip bir teklif ile aradı… Erken çıkacakmış, kalede dolaşsak dedi… En son ben Mira’ya hamileyken gitmiştik kale civarına, yine bir Cumartesi’ydi, yine hava bu kadar güzeldi… Bir sürü güzel fotoğraf çekmiştim. Yolda Cenk ağzından baklayı çıkarttı. Fotoğraf çekmeden önce… Meşhur Dönerci Köfteci Dursun Usta‘dan döner yiyecekmişiz. Onun için gidiyormuşuz Kale’ye… Şaşırmadım ;)

Biz gidene kadar kapanmasın diye acele acele vardık kaleye… Ama mümkün olmadı Dursun Usta’dan döner yemek. Kendisi döneri bittiği zaman dükkanı kapatıp gidiyormuş. Saat 3:30 - 4 gibi de döner kalmazmış.

Kaleye kadar gelmişken Mira ile biraz yürüyelim dedik. Arabayı; Kale Kapısının yakınında eskiden at satışı yapıldığı için At Pazarı denilen şimdilerde ise bakliyat satılan adlandırılan bölgeye bağladık - park ettik… Harap bir halde iken Koç ailesi tarafından restore edilerek müzeye dönüştürülen Çengelhan ve bugünlerde butik otele dönüştürülmek üzere restorasyon çalışmaları devam eden Çukurhan‘nın önünden kendimizi Koyunpazarı Sokağı‘na bıraktık… Mira daha sokağın başındaki bir yüncünün kapısında yatan kediyi görünce “pedi” diye koşturdu. Kedi canhavliyle kendini dükkanın içine attı, bizim ki de peşinden… Sokak boyu hediyelik eşya dükkanları, nalburlar, yüncüler, keçeciler iç içe… Biz de dükkanlarda kısa kısa molalar verdik. Anneme bir iki keçe çiçek ve eve bir şimşir kaşık aldık… Cenk şimşir tarak sordu :) Sokağın hatırı sayılır diklikteki yokuşu ve arnavut kaldırımları ile Mira’cımın baş edemeyeceğini, kucağımıza almamız gerektiğini düşünsek de o bizi şaşırtıp tek başına yürüyerek inmekte ısrarcı oldu. Benim bile yürümükte zorlandığım bu yokuştaki performansı gözlerimi doldurdu - anne olduktan sonra her bir şeye bu kadar hislenmem ayrı bir yazı konusu olabilir… Hiç düşmedi… Zorlanacağını veya güvende olmadığını hissettiği anlarda babasına yapıştı. Aşağıdaki Saman Pazarı‘na kadar yürüdük.

Tabi bugünlerde yukarıdaki At Pazarı’nda at satılmadığı gibi aşağısındaki Saman Pazarı‘nda da saman satılmıyor. Yerini sepetçilere ve hediyelik eşya dükkanlarına bırakmış durumda… Kendimi kaybedip eve gereksiz bir sepet daha almadan hızlıca önlerinden geçtik. Cenk ile Mira’cım yumuşak güneş altında oyalanırken ben Yöre Mağazası’nda kısa bir mola verdim. Yine çok güzel dokumalardan gzölerimi alamadım. Harika oyalar vardı; sırası 8 liradan - 50 liraya kadar değişen fiyatlarda… Gözüm oyalarda kaldı ama alıp da ne yapacağımı bilemediğimden elim boş çıktım…

Koyunpazarı sokağının paraleli olan sağlı sollu antikacıların dizildiği Can Sokağı‘ndan tekrar yukarı At Pazarına doğru yürümeye devam ettik. Taaa ki bir antika dükkanının önündeki kedileri görene kadar… Dükkan sahipleri bizim kızın heyecanını görünce “bırakın bizim kediler kendilerini sevdirirler” dedi. “Pedi, edi, miyav” diye koşmaya başlayan Mira’cım bu sefer daha temkinli yaklaştı. Kapı önünde mama yiyen en küçük kediyi gözüne kestirdi. Yavaştan yanına çöktü. Biz onunla beraber yerdeki mamaları da yiyecek diye biraz endişe ettik ama o sadece kediyi sevdi. Yerdeki mamaları alıp ona yedirmeye çalıştı. Dükkanın içinde güneşlenen diğer kedilere “gel gel” dedi… Cenk ile ben ise “bebeğimiz ne çabuk büyüyor diye…” kalakaldık. Ama hemen toparlandık. Büyüdüğünü kabul etmenin hepimiz için daha eğlenceli günlerin başlangıcı olacağından konuştuk…

Kedileri sevdikten hemen sonra az ilerideki Selçuklu dönemi Ali Şerafettin (Arslanhane) Camisi‘nde küçücük bir mola verdik. Mola dediysek Mira’cımın kedili ellerini yıkadık; hepsi o :) Yol sonunda At Pazarı’ndaki arabamıza ulaştık… Arka koltuktan yol boyunca miyavlayan Mira’cım ile konuşa konuşa evimize döndük…

bunlara da göz atabilirsiniz…

Categories: Ankara, günce Tags: ,
  1. Nisan 7th, 2009 at 18:28 | #1

    Banu Mira o kadar tatlı olmuş ki maşallah demekten başka birşey gelmiyor elimden (tabi istanbuldan nasıl mıncıklayacağım küçüğü) hele o kediyi sevmesine bayıldım. Annesi öpüyorum Mira’yı çok.Bu arada sıkıntılar dertler herzaman var. Ama önemli olan onlar içindeykende yelkenleri koyvermemek .Tebrik ediyorum senide onca sıkıntı arasında gülümseyebildiğin ve gülümsetebildiğin için…

  2. Çağ
    Nisan 7th, 2009 at 18:33 | #2

    Banucum, blogun süper, Mira çok tatlı, sürekli güleç bir yüz bayıldım.Smanpazarı ne zamandır gitmediğim ama kızım olmadan önce çook gezip çıkmak istemediğim bir yer, hele yukarılara doğru daha da güzel.Havalar güzelleşsin ilk işim oraya gitmek olsun…
    Öptüüüm

  3. Nisan 7th, 2009 at 20:12 | #3

    ne desem ki, en güzel yıllarımın geçtiği üniversite dönemine dönmek bile istedim yazını okurken.6 senede bitti okul, bile demem ondandır. Ankara’nın en çok neyini özlüyorsun dersen baharını derim önce, sonra da bahar aylarında öğleden sonra yağan yağmurları (kırkikindi yağmurlarıydı galiba )onu özlüyorum.1.kattaydı evimiz mis gibi toprak kokardı bu yağmurlardan sonra.Balkona çıkar kahvelerimizi yudumlar, toprak kokusunu içimize çekerdik.Beni nerelere götürdün Banu bir bilsen bu yazıyla. Çok özlemişim Ankara’yı çoook.

  4. Nisan 8th, 2009 at 07:27 | #4

    Banu’cum ne güzel fotoğraflar öyle. en son hamileyken gitmiş, o halimle yokuşlarda sürünüp durmuştum. şimdi senin yazıyı görünce o günler aklıma geldi. biz de gitsek, ama daha yürüyemeyen oğlanı elinden tutmak lazım, benim belim de artık kaydı gitti…
    Mira kıza sevgiler
    gorki

  5. Nisan 8th, 2009 at 14:34 | #5

    Maşallah Miracık kocaman çıkmış fotolarda. İnanamıyorum daha 1 sene önce miniciklerdi..

  6. Yeşim Baran
    Nisan 8th, 2009 at 15:36 | #6

    Banucum Merhaba, bir süredir blog’unu takip ediyorum. Fazilet Abla anneme bahsetmiş, sonra bi vakit bulup bakmıştım ve artık hep bakıyorum. Hatta birkaç gün geçip bakamadıysam aaaa miracik’a bakmam lazım diyorum. Mira çok tatlı bir bebek. Sen de süpper bi annesin. İkinize de maşallah. Böyle bir blog yapabilmene, bizlerle pekçok güzel bağlantıyı paylaşmana hayranım. Çok öpüyorum hepinizi. Anneni, babanı ve Baha ve Süha’yı da.

  7. Nisan 8th, 2009 at 23:51 | #7

    Yeşim Abla, ne güzel sizin de okuduğunuzu bilmek :) Biz de sizi çok öpüyoruz…

    Naile… ne çabuk çocuk oldular değil mi?

    Gorki… Dur bakalım belini kırdığı günlerin sonuna geldin, peşinden koşacağın günler başlıyor şimdi… pes etmek yok :)

    Başak… öğrenciyken her şehir çok çok güzel tabi Ankara bir başka güzel ne de olsa benim memleket… gerçi 6 sene önce daha güzel bir şehirdi…

    Çağ… teşekkür ederim… ben ilk güzel havada tekrar soluğu kale civarında alacağım. Pirinç han restore edildi bir gidemedim…

    Sinem… hiç yelkenleri indirmeyi dusunmedim. hele ki anne olduktan sonra ne olursa olsun hayata daha da pozitif bakmak zorunda hissediyorum kendimi… ben pozitif oldukça sıkıntılar arasında gülümsetecek şeyler çoğalıyor… sen de gününün tadını çıkart baksana ne çabuk büyüyorlar

  8. itir salanci
    Nisan 9th, 2009 at 10:55 | #8

    bende bayilirim samanpazarina banu, hele cengel hanin icindeki muze beni benden almisti, ardaya oradaki eski oyuncak, bisiklet ve bilumum muhtesem ivir zivirlari gostermek icin can atiyorum..bi kac sene sonra işallah..

    bu arada cenke selam et benden, dursun usta bencede basli basina bir sebep oraya gitmek icin..bak ne geldi aklima, bi hafta sonu beraber gidelim dursun ustaya hemi de memoyla cenki kaynastiririz, nede olsa 2 homini girtlak pek anlaşirlar, ne dersin? ;)

  9. Nisan 9th, 2009 at 14:24 | #9

    ankaraya gitmeme 2hafta kala bu yazıyı okumam çok iyi oldu.Gidilecek yerler buldum :) buarada sizi bekleyen bi ödül var sitemizde:)

  10. Nisan 11th, 2009 at 13:53 | #10

    Banucum Cenk kale diye baardığında telde konuşurken burdan bahediyomuşunuz demek… ben hiç kaleye gitmedim desem inanır mısın dahası yuhalar mısın beni??? ben ulustan ve civarından çok korkarım da… bak utandım şimdi kendimden :((( fotolar super, sen de supersin… mira”dan bahsetmiyorum bile…

  11. Primarima
    Nisan 11th, 2009 at 16:21 | #11

    Ne güzel bir gezinti bu böyle bayıldım ve cok özendım uzun zamandır böyle doludolu gezdıgım olmadı :)

  12. Nisan 12th, 2009 at 11:23 | #12

    Merhabalar
    Blog ödülleri yarışmasında desteklerinizi bekliyorum

    aliayvaz productionadlı sitemi destekleyi n OY VER http://2009.blogodulleri.com/blog/ali-ayvaz-production

    Halet-i Ruhiyye Adlı adlı sitemi destekleyin OY VER http://2009.blogodulleri.com/blog/halet-i-ruhiyye

    Blogdevri adlı sitemi destekleyin OY VER http://2009.blogodulleri.com/blog/blog-devri-network

  13. Nisan 12th, 2009 at 19:36 | #13

    En güzeli aydınlık havada çıkmak işten gerçektende, ama bu havalara dikkat, tam hastalık havaları, gününüz çok güzel geçmiş, 1 yaşından sonra dahamı çabuk büyüyorlar :))

  14. Nisan 12th, 2009 at 23:17 | #14

    Hmm Ankara kokuyor bu yazı..Özledim,hem de çok..Ulus’unu bile:))Ama en çok da simitini..Ankara simiti,hele de o İzmir caddesinde köprünün ayağında her daim sımsıcak çıkan simiti..Ay burnumda tüttü kokusu..Neden İstanbulda beceremiyolar bu simit işini:((

  15. Nisan 14th, 2009 at 11:49 | #15

    Oldukça meşhurmuş demek ki bu adam. İnsan biraz daha fazla döner takmaz mı?

  16. Nisan 17th, 2009 at 14:38 | #16

    banucum hatırlarmısın,yaklaşık 13 sene önce bir ağustos ayında ulus a incik boncuk almaya gitmiştik,pirinç hana mı çengel hana mı hatırlayamadım ama bayılmıştık sıcaktan,heyyy gidi günler hey,şimdi miracık gidiyor oralara gezmeye
    ps:tahta kaşıkları aldınmı

  17. Nisan 17th, 2009 at 16:32 | #17

    Yasemincim… Şimdi hesapladım da 16 yıl önce gitmiştik… Çengel de değil Prinç de değildi gittiğimiz han… Suluhan’dı :)

    Recep Bey, belki az takmasından dolayı meşhur olmuştur.

    Esra… öyle gerçekten yok Ankara simidi gibisi…

    Güneş… bakma gezdiğimize aldık nasibimizi…

    Primarima… darısı başınıza…

    Burcu… Canım ben seni götürürüm…

    Itır… :)

  1. No trackbacks yet.