Son günlerde…

Temmuz 19th, 2009 banu Leave a comment Go to comments

Evde bir üretim, bir hareket alıp başını gidiyor… İçimde de tuhaf bir huzur var. Bizim ailenin tipik zor zaman yaklaşımıdır; akılları boşaltabilmek için çeneler, eller, vücutlar çalışır… Annem bebekler için keçe şapka yapımına başladı… - muhteşem oldular bir ara blogu için fotoğraflarını çekmem lazım. - Babamın yatılı bakıcısı, Maya iki güne bir bol ajurlu bir kazak bitiriyor. - Kadın tam annemin ruh ikizi hiç boş durmuyor. - Halam babaannemden kalan oyalar ile bize kolyeler yapıyor. - Hergün bize gele gele o da duruma adapte oldu. - 25 yıllık emektarımız Satı Teyze sadece anneme yardımcı olabilmek için hergün yarım gün uğruyor, babamın durmaksızın yıkanan çamaşırlarını ütülüyor, bir yandan da Mira’ya incecik kazaklar örüyor. Baha ve Özge işlerini de getirdiler, Türkiye’den çalışıyorlar… Süha akşamın dokuzunda 5 km koşuya çıkıyor… Cenk’in de çenesine vurdu, kimsenin modunu düşürmemek için kendisi seyircisi bol seyyar standupçı modunda… Ben de işte pek yoğunum ama gece kendimi mutfak terapisine alıyorum… Dondurma yapmaya verdim kendimi… Yapıyorum, yediyorum. Il Laboratorio del Gelato‘nun Türkiye şubesi gibiyim :P - Bir ara fotoğraf çekip yazayım tarifleri… -

Bu koşturmaca ve kalabalıkda Mira çok mutlu… Gerçekten de size hayat veren bir canlıyı uğurlarken, sizin hayat verdiğiniz bir canlı, size güç öyle bir veriyor ki şaşıp kalıyorsunuz… En can acıtıcı zamanlarda annemin metanetine, ortalığı çekip çevirmesine hayranlıkla karışık hayretler içerisinde kalıp “İyimisin… Nasıl bu kadar güçlü oluyorsun?” diye defalarca sormuşumdur. O da her seferinde “İyiyim tabi anne olursan sen de anlarsın” derdi. - laftaki ince kinayeye dikkat - Neyse anladım sonunda annecim…

Babamın durumu aynı… 13. gün oldu bilinci kapalı… Doktorları ile konuşmaya çalışıyoruz. Babamı bu hastalıkla bu kadar uzun süre - dahası bu kadar kaliteli - yaşatan doktorların ağızlarından bu günlerde cımbızla kelime kelime laf alabiliyoruz. Çok ama çok sinir bozucu… Onlar için biraz acayip olabiliriz çünkü daha çok bilmek istiyoruz. Yanlış bir şeyler yapmadığımızdan, babamızı rahat ettirdiğimizden emin olmak istiyoruz. Türkiye’de babamın durumundaki hastalar için bir yardım bakım hizmeti yok ne yazık ki… Bir kaç huzurevinde bu konuda kısmi çalışmalar varmış. Onun dışında hasta yakınlarını psikiyatriste yönlendiriyorlar, hepsi bu… Babama 9 sene önce bir yıllık survive rate’i %5 olan bir kanser teşhisi konulduğunda zaten hepimiz bir profesyonel terapi sürecinden geçmiştik. Yine de yaşamadan hazır olmuyormuş insan… Amerika’da, İngiltere’de başlamış, son 30 yılda da tüm dünyada  yaygınlaşmış - buna Zimbawe, Kenya, Nairobi’de dahil - “Hospice” adı verilen bir hizmet var. Terminal süreçteki hasta ve hasta yakınlarına fiziksel ve psikolojik olarak profesyonel yardım sağlıyorlar. İyileşecek hastasına bakamayan bir ülke, ölmekte olan hastasına nasıl baksın diyen olabilir. Ama bir sürü işsiz halk sağlığı uzmanı, pratisyen hekim, sosyal hizmetler uzmanı, psikolog varken bir şekilde bizim ülkemizde de uygulanabilmeli… Bir web sitesi buldum ölümle yüz yüze hasta ve hasta yakınları için gerçekten rahatlatıcı bilgiler var… Kimsenin okumak için ihtiyacı olmasa diyeceğim ama…

Neyse ben aslında bu can sıkıcı şeyleri yazmak için oturmadım… Bir kaç haftadır gerçekleştirdiğimiz yeni bir aktivite var, haftasonu bitmeden, daha da gecikmeden ondan bahsetmek istiyordum.

Ankara Panora Alışveriş Merkezi’nin bahçesine her cumartesi pazar saat 3ten sonra bir midilli getiriyorlar… Çocukları bindirip tur attırabiliyorsunuz. Tavsiye ederim. Mira midilliyi ilk gördüğünde herzaman ki gibi korkusuz ama temkinliydi. Yelelerini severken baktık rahatladı… Önce “üzerine oturtalım gel seni” sonrada “bir de tur at bakalım” dedik. İlk turdan sonra ise indiremedik. İkinci turu da tamamladı. Midillinin üzerindeyken annemden duyduğu şekilde “dıgı dıgı” diyor :) Evimizin yanı başında olunca artık her haftasonu bir tur atıp gelmeye başladık…

Hafta içinde de Mira aklına geldikçe kapıya dayanıp “dıgı dıgı” demeye başlayınca Canberk Amcası, Çankaya Belediyesinin Ahlatlıbel tesislerinde de Pony Club açıldığını söyledi… Biz de sonraki ilk “dıgıdıng”ı  duyduğumuzda soluğu orada aldık… Ahlatlıbel girişinde biraz şok yaşadık. Kocaman bir pankart asılıydı kapıya… Çankaya Belediyesi bizim için çalışıyordu. Bu yüzden otopark girişini kapatmışlardı. Yolun kenarında da park yeri yasağı olduğu için jandarma trafik ceza kesiyordu. İnat ettik karşılarda bir yerde park yeri bulduk girdik içeri…

Çankaya Pony Club’da midilliler yok; sadece büyük ve küçük atlar var. Panora’nın önündeki yere göre çok daha güzel. Ağaçların altında küçük bir parkur yapmışlar. Etraf ve atlar tertemiz… Burada, çocuğun ilgi ve motor becerilerine bağlı olarak, 3 yaşından sonra binicilik dersi de veriliyor. Ders olmadığı zamanlarda minikleri parkurda at ile dolaştırabiliyorlar. Çankaya Pony Club’un yetkilisi Kaan Bey, aslında çocukların atlar ile tanışması için büyük atların daha uygun olduğunu… Büyük atlara eğersiz binebileceklerini böylece at ile birbirlerini daha iyi hissedebileceklerini… Bu atlarında sırtları geniş olduğu için düşmeyeceklerini söyledi…

En kısa sürede tekrar görüşmek üzere ayrıldık oradan ama bir daha görüşemedik… Sonraki günlerde Çankaya Belediyesi Ahlatlıbel tesislerine yaya girişini de yasakladı. Tadilat bahane… Eski yönetimin Çankaya Spor Kulübüne vermiş olduğu kullanım hakkını, yeni Çankaya Belediyesi yönetimi uygun görmemiş, Klübü tesislerden çıkartmaya çalışıyormuş, ama olan bize olmuş. Neyse dün itibarı ile yeniden kapıları açıyorlardı. Belki bugün bir ara “dıgı dıgı” yapmaya kaçarız biz…

bunlara da göz atabilirsiniz…

  1. Temmuz 19th, 2009 at 09:43 | #1

    ooo daha erken degil mi at binmek icin??:)))
    En dogrusunu yapiyorsunuz kafanizi cesitli aktivitelerle mesgul ederek.
    Doktorlarin agzindan cimbizla laf almanin ne kadar can sIkIcI bir sey oldugnu tahmin edebiliyorum. icinizi rahat tutmaya calisin. Ellerinden geleni yapiyorlar mutlaka.
    Sevgiler…

  2. Temmuz 20th, 2009 at 08:36 | #2

    banucum, biz de haftasonu cumtesi pazar olmak üzere iki gun gittik panoranın oraya.. minik midilli ile tanısınca pazar bize anlatmak icin saclarımda tutup ıhıııhhıı diye sesler cıkarıp anlatmaya calıstı..

    cok eglendi..iyi ki soylemissin:)

    bu arada dedem geldi aklıma..son yolculugu sırasında babannem o kadar metanetli idi ki duygusuzlukla suclamıstım-uzun sure..hatırlıyorum da; herkeste acaip hamaratlık vardı..annem surekli pasta yapıyordu, halam dikiş dikiyordu..ama ne varsa onune alıp dikiyordu..babannem dahil herkes bir is yapıyordu, bizlerde ortada ne is varsa onun ucundan tutuyorduk yada yaramazlık yapmayarak yardım ediyorduk.kısaca, bu surec uzun veya kısa ama zor bir surec, sizi bırakamıyor cunku siz onu bırakmıyorsunuz..boylesine sevilmek ne gusel..
    onemli olan guzel paylaşımların olması, oyle ya da boyle..uykuda veya ayakta..

    iyi ki kıvılda tanısıtk, iyi ki cagırdın:))

    seni cok seviyorum banu…

  3. Temmuz 20th, 2009 at 08:42 | #3

    ah yerim ben o dıgı dıgı diyen ağzı :)

  4. Temmuz 20th, 2009 at 14:44 | #4

    Özlemcim, tabi çok küçük daha ata binmek için… Biz yakından baksın görsün korkmasın derken bizim cüce dıgı dıgı diye kapıya yapıştı… eh bizde onu böyle görünce çok heveslendik :) gerçi bu hafta sonu aynı hevesi göstermedi ata cici yaptıktan sonra babasının tepesine çıkmayı tercih etti neyse… doktorların tedavi sürecinde elinden geldiğini yaptığı konusunda içim rahat… endişem şu anki durumunda ağrı çekiyormu, rahat mı bilemeyişimizden kaynaklı… Doktorlar aprısı olsa anlarsınız dedi hepsi o…

    Sibelcim… bende seni tanıdım için çok mutluyum. herkesin duygularını göstermesi farklı oluyor… Ben küçükken çok ağlayan bir kızdım. Büyünce kalmadı galiba…

    Naile, valla benim de yiyesim geliyor :))

  1. No trackbacks yet.