Home > gezi notları, gezmelik, videolar > Yola çıkış, Portekiz ve Evora

Yola çıkış, Portekiz ve Evora

Gittik geldik hatta Oslo yolları bile gözüktü ufukta… Ama hala anlatamamıştım Portekiz ve İspanya günlerimizi… En sonunda çektiğimiz fotoğrafları da topladım. Başlayabilirim anlatmaya…

Uçuşumuz sabah 6′da olunca, evden 3:30 gibi çıkmamız gerekiyordu. Bunun için Mira’cıma geceden yol pijamalarını giydirdim ve yatırdım. Maksat uykusunu bölmeden yola çıkabilmekti… Tabi benim ince planlar her zaman ki gibi işlemedi :) Mira hemen peşimiz sıra uyanıp, pıtır pıtır yanımıza geldi… Havaalanı yolu boyunca ve uçağa binene kadar bıcır bıcır anlattı, koşturdu, hiç durmadı…

Rotamız Lufthansa ile Ankara - Münih - Lizbon şeklindeydi. Lufthansa’nın bebek yolcuya ilgi konusunda gördüğüm en başarılı havayolu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Daha uçağa biner binmez hostes ablalar, koşarak getirdikleri minik kumaş kitap ile Mira’nın gönlünde taht kurdular. Kitabın yanına daha sonradan bebek bingo kartlari ve Leylek Lu eklendi. Hosteslerin ellerindeki oyuncak kutusunda boyama kalemleri, kitaplar, kart oyunları da gördüm. Her yaş çocuk, hele ki bebekler için bir kaç çeşit oyuncak bulunuyor olmasını taktirle karşıladım. Mira’cım uçakta ideal bir yolcu oldu. Yemek servislerinde uyandı. Geri kalan zamanlarda ise uyudu… Lizbon’a vardıktan sonra, Evora’ya bir buçuk saatlik bir otobüs yolculuğu ile ulaştık. Gece 03:30′de başlayan seyahatimiz 16:00′da Evora’da sonlandı. Son yarım saat dışında Mira’yı oyalamak tahmin ettiğimden çok daha kolay oldu. Özellikle Playskool’un Renkli Varilleri ile 40 dakika kesintisiz oynadı. İçi içe geçirdi. Yanımızdaki iri plastik boncukları birinden diğerine aktardı. Son yarım saati de meme gücü ile sessiz sedasız atlatmayı başardık…

Bu Mira ile Portekiz’e ikinci gidişimiz. Bana, diktatörlükle yönetildiği 30 yıl boyunca zamanın durduğunu sonrasında kaldığı yerden yaşamaya tekrar başladığını düşündüren bir ülke burası…

Evora başkent Lizbon’a 130 km. uzaklıkta 56000 nüfuslu küçük bir şehir… UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine alınmış. Romalılar döneminde kurulmuş ve 15. yüzyılda altın çağını yaşamış. Portekiz krallarına ev sahipliği yapmış. Daracık sokaklarında dolaştıkça burada zamanın çok daha önce durduğunu hissediyorsunuz.

Şehri gezebilmek için yarım yamalak iki günümüz vardı. En boş olduğumuz günde müzeler kapalı idi. Ama şehirin kendisinin başlıca bir müzeydi zaten… Hava da çok güzel olunca kendimizi sokaklara vurduk. Sokakta bu kadar vakit geçirmek iki günde Mira’ya çok yaradı. Arnavut kaldırımları üzerinde yaptığı yürüme antremanları, düz yollarda koşturma şeklinde etkisini gösterdi. Bu arada gördüğü her tür çiçeğe “çiç… çiç” diye koşturarak yanına gidip gösterdi. Gördüğü tüm kuşları “ku… kuu…” diye kovaladı. Bir de elleri pislendiğinde pehlivan gibi ellerini çırparak temizlemeye başladı ki… Pek komik…

Genellikle Mira’nın hızına ayak uyarak tüm tarihi merkezi adım adım gezdik ve kendimizi surların dışında bulduğumuz noktada da bir çocuk parkı keşfettik. Bu parkı o kadar çok sevdik ki burası hakkında ayrı bir yazı yazacağım. Buranın keşfi ile birlikte Cenk ve Mira benden ayrı oldukları saatleri burada geçirdiler…

Yediğin içtiğin senin olsun; gezip gördüğünü anlat denir ama ben fotoğraflar gezdiğimiz yerleri anlatsın, izin verin nerelerde neler yediğimizden de bahsedeyim diyeceğim… Portekiz’de başlayan ve İspanya’da sonlanan bu seyahat Mira’cım için de bir dönüm noktası oldu. Seyahatin sonuda topu topu 6 dişi ile bir pirzola yiyebilir kıvama geldi. Zaten uzun zamandır bizim yediklerimizden yiyordu ama sonunda tam anlamıyla biz ne yiyorsak onu yemeye başladı. Lezzetini beğenmediği şeyleri red edip yerine kendi tercih ettiklerinden talep etmeye başladı.

Bizim tüm mutfak kültürlerine açık bir damak zevkimiz olmasına rağmen yola çıkmadan önce bu seyahatte Mira’ya ne yedireceğiz diye düşünmeden edememiştik. Açıkçası ek gıdalara başladığımız dönemde bile bunu dert etmemiştik. Ne de olsa adı üzerinde anne sütü dışında alacakları ek gıdaydı… Portekiz ve İspanya mutfaklarında bol bol bulabileceğimiz balık ürünlerine ve her ülkede rahatça bulunan makarna çeşitleri ile İtalyan mutfağına güvenerek çıktık yola… Ek bir önlem olarak da hava almayan bir poşet içerisinde bayatlamadan durabilecek yumurtasız kurabiyeler yaptım. Bir kaç kavanoz Hipp meyve püresini ne olur ne olmaz attım çantaya… Ama hiç endişelendiğim gibi olmadı. Her yerde bizim yediklerimizden yiyecek bir şeyler bulduk - buldu. Bu arada portatif mama sandalyemizi de tepe tepe kullandık.

Mira’cım ilk gittiğimiz akşam, gayri resmi bir iş yemeğinde bize eşlik etti. Benim pek de lezzetli olmayan codfish’imden hatırı sayılır miktarda yedi ama daha çok balığın yanındaki ev tipi kızartılmış lezzetli patatesleri götürdü. Gruba tüm şirinlik numaralarını peşpeşe sıraladı. Yol yorgunluğuna rağmen o kadar usluydu ki, grupça ondan daha huysuzduk diyebilirim. Sonra ki akşam ise benim katılmam gereken bir kokteyl tam Mira’nın akşam yemeği saatine denk geldi. Önce beni kokteyle bıraktılar. Sonra babası Mira’ya şehir meydanında yeşil sebzeli lazanya ısmarladı. Çıkıştada beni almaya geldiler. Gün batımından sonra mavi zamanı kullanarak fotoğraf çekmek için biraz dolaştık. Mavi saatler sona erip hava kararınca Mira pusetinde derin bir uykuya daldı.

Mira’cım uyuyunca hemen otele dönelim diye düşünsek de… Serap Teyze’sinin ödünç verdiği Maclaren Quest pusetin yatış pozisyonunda Mira son derece rahattı. Hızlı ama güzel bir yemeğin ikimize de iyi geleceği konusunda birbirimizi ikna ettik. Herkesin ısrarla tavsiye ettiği Fialho Restoran‘a gitmeye karar verdik. Fialho’ya vardığımızda kapı duvardı. İçeriden sadece ince bir ışık yanıyordu. Dükkan sahibi olduğunu düşündüğümüz bir kişi bizi kapının önünde kasap kedisi gibi görünce dışarı çıktı. Portekizce Pazartesi kapalı olduğunu anlattı. Biz de ona tarzanca tavsiye edebileceği bir yeri sorduk. Adamcağız dükkanı kapattı bizim ile sokak başına kadar yürüdü. Karşı caddede çıkmaz bir sokağı gösterdi. Biz restoranın adını anlamayınca bir kağıda yazdı. S.Domingos’u böylece bulduk. Burası küçük bir mahalle lokantası - birahanesiydi. Tabi ki ingilizce bilen biri ve ingilizce menü yoktu… Menüdeki inanılmaz ucuz fiyatları ve masaya konulan muessesinin ikramı koç yumurtasından (!) mezeyi görünce kesinlikle turistik olmayan bir mekanda olduğumuzdan iyice emin olduk. Uzun zaman sonra ilk defa Cenk ile iki sevgili başbaşa bir yemek yedik. Şarap içtik. Sohbet ettik. Arada masanın altında uyuyan yavrumuza bakıp pek mutlu olduk. O gece anladım ki tebdili mekanda ferahlık vardır. Belliydi ki bu seyahat iyi gelecekti hepimize…

Ertesi gün benim için işle ilgili biraz yoğunluğum vardı. Ona rağmen sabah erken 1 saatliğine kaçıp Cenk ve Mira’nın fayton sefasına katılma fırsatı buldum. Faytona binmeden önce atları severken ve bindiğimiz ilk on dakika Mira pek bir şen şakraktı. Ancak bir süre sonra arnavut kardırımları üzerinde tındırdayan tekerlek sesleri Mira’cıma ninni gibi geldi ve tatlı tatlı uyuklamaya başladı. Akşam Lizbon’dan hareket edecek yataklı Madrid trenimize ulaşmak için bu sefer otobüs yerine banliyö trenini tercih ettik. Elimdeki bilgilere göre yataklı trenimiz banliyö trenin vardığı istasyondan kalkıyordu. Öncesinde bir gece önceki güzel yemek için teşekkür etmek üzere Fialho’ya uğradık. Hep birlikte erken bir akşam yemeği yedik. Yataklı trene kolay ulaşma konusunda yaptığım planlarda aksilik çıkınca, bu yemek çok işimize yaradı.

Ters başlayıp pek güzel giden tren yolculuğumuz ile ilgili detaylar ve Madrid günlerini yazmaya devam edeceğim. Bu arada Evora’da dolaşırken Türkiye’nin Unesco Dünya Kültür Mirası Listesindeki yerlerini düşündüm. Döner dönmez de baktım. Geçici listede bile bekleyen çok önemli yerler var. Bu mirasa gerektiği gibi sahip çıkabiliyor muyuz? Mira’nın herşeyi yemeye başlamasından daha derin bir konu bu… bir dokun bin ah işit vesselam…


Faytonda from banu akman on Vimeo.

bunlara da göz atabilirsiniz…

  1. Mayıs 7th, 2009 at 22:10 | #1

    super keyifli bir yazı..gezi..
    ellerine ayaklarına sağlık

  2. Evin
    Mayıs 8th, 2009 at 10:06 | #2

    ne kadar güzel bir gezi olmuş. ben Efe’yi antalya’ya nasıl götüreceğim diye düşünürken bu yazılar çok cesaretlendirdi. bir de portekize gidesim geldi sayenizde. elinize sağlık:)

  3. Mayıs 9th, 2009 at 21:52 | #3

    Bu iş, gezi, çocuk olayını süper çözdünüz valla….konuyla ilgili bilgi, beceri ve öğrenme :D isteğine hayranım..seni, parlayan yıldızınızı ve babasını öperim

  4. Mayıs 9th, 2009 at 22:00 | #4

    aferin size biz toplanıp kapı önüne parka inene kadar akla karayı seçiyoruz. bravo valla ama Mira büyüdü abla oldu tabi gezmeklerede gider uslu uslu…

  1. No trackbacks yet.