Oslo

Gece yarısında kalkıp bu kadar kuduran çocuk yol boyu uyur, biz de dinleniriz diye düşünüyorduk demiştim… Evden çıkarken aman uyanmasın diye pijamalarını bile çıkartmadım. Cenk ile aramızdaki koltuk da boştu. Uçağa binince Mira’yı ortaya yatırır, biz de kestiririz diye pek hayal kurduk ama tabi ki yine evdeki hesap çarşıya uymadı… Bizim ki tam uçağa binerken cin kesildi ve yol boyunca şaklabanlık yapmaya devam etti. Çareyi Cenk ile dönüşümlü uyuklamakta bulduk. Ama pili bitik tek bir ebeveyn Mira’yı kesmedi… Öndeki teyzenin saçını çekti… Arkadaki 3 - 4 yaşlarındaki İspanyol abla ve abi ile “aba ceee”, “abiii ceee” diyerek koltuk arasından oynadı. Hatta oyuncak alışverişinde bulundu. Koridordan gelip geçen bir abiye “ayı” diye seslendi. “Ayı değil kızım; abi o…” dedikçe ayı demek de inat etti… Sonradan fark ettim çocuğun üzerindeki ayılı tişörtü :D Nihayetinde Münih’e doğru inişe geçtiğimizde memme diye sarıldı ve uyuyakaldı (!) Münih havaalanında, Oslo uçağına binene kadar da uyudu. Oslo uçağına bindiğimizde ise yine cin olup, hopucuk atmaya kaldığı yerden devam etti… O kadar yorgundum ki sonrasını hayal meyal hatırlıyorum. Resmen gözü açık uyuduk. Mira ise performansının doruğundaydı. Bir kere ben, bir kere de Cenk kendisini oturduğu koltuğun sırt kısmının tepesine kadar tırmanmış, arkada oturanlara animasyon yaparken yakaladık. Uçak Oslo’ya inişe geçerken Mira yeniden uyudu (!)

Oslo Havaalanı, şehir merkezine 50 km uzaklıkta… Ankara havaalanından sonra gördüğüm şehir merkezine en uzak havaalanı… Bizden önce daha kalabalık olarak gelen ekibimiz hep beraber binelim ucuza gelsin derken havaalanı - şehir merkezi arasındaki ulaşıma 1800NOK (yaklaşık 425TL) ödediler… Taksi 4 kişiden fazla binilmesi durumunda bu kadar pahalı tutmasa da biz taksi alternatifini hiç değerlendirmedik. Flytoget adı verilen her 20 dakikada bir hareket ederek 20 dakikada şehir merkezine varan treni tercih ettik. Tabi Mira’cım biz trene binene kadar pusetinde uyudu ve trene bindiğimiz anda uyandı (!)

Tren ile şehir merkezine oradan da taksi ile 5 dakikadan bile kısa sürede otelimize vardık. Kaldığımız otelin turist sınıfı basit yer olacağının farkındaydık. Ama yine de bu kadar küçük ve dahası sıcak bir oda beklemiyordum. Bu sıcak mevzuuna döneceğim. Neyse en azından gerçekten temizdi. Çok şikayetçi olmaya gerek yok. Zaten dünyanın en pahalı şehirlerinden birindeydik, bu dönemde şehir merkezinde bulduğumuz en ucuz otel de bu idi..

Eşyalarımızı koyup doğruca kongre merkezine doğru yola çıktık. Cenk’in planı da beni elimdeki yükler ile standa bırakıp, sonrasında Mira’ya dışarıda bir şeyler yedirmek ve 1-2 saat etrafı dolaşmaktı. Tabi bizim hesaplar yine tutmadı. Kongre Merkezine geldiğimizde Mira uyuyakaldı. Böyle olunca Mira’yı da standa yerleştirdik ve bizim ki 2 saat deliksiz uyudu… Tabi Cenk de onun başında beklediği için hiç bir yere gitmedi. Uyandığında biraz yoğurt yedirmeyi denedik. Ama ağzını bile açmadı. Sadece “memme” diye ısrar etti. Cenk’de hem bana biraz rahat ettirmek hem de Miroşa hayır diyemeyeceği bir şeyler bulabilmek için Mira ile dışarı çıktı. Türkçe bilen Kürt bir pazarcıdan çilek, kiraz, muz alarak geri döndüler. Mira iki tane çilek ve iki tane kiraz yedi hepsi o…

Çok geçmeden benim kongre merkezindeki işim bitti ve otele döndük. Hızla akşam ki resepsiyon için hazırlandık. Bir yandan da Mira’ya bir şeyler daha yedirmeye çalıştık. Mira’cım bir iki kaşık yoğurttan başka bir şey sürmedi ağzına… Çaresiz çıktık odadan… Sonraki günlerde de biz odada Mira’ya iki lokma daha yedirebilirmiyiz diye debelenirken, lobide bizi beklemekten ağaç kesilecek olan ekip; bizim ofisten Elif Ablası ve daha önce defalarca birlikte seyahat ettiğimiz Hayri Amcası ile buluştuk… City Hall’da gerçekleşecek resepsiyona biraz da geç kaldığımız için taksi ile gitmeye karar verdik.

Taksiyi 4 yetişkin ve bir bebek için çağırdıklarını söylediklerinde pek anlam verememiştim… Ancak gelen taksici Mira’yı görünce bizi “baby car seat” olmadığı gerekçesi ile bizi arabaya almadı. Oteldeki görevli ise taksiyi özellikle bebek yolcu için çağırdıklarını ve Oslo’daki tüm taksilerin car seat bulundurmak zorunda olduğunu söyledi. Mira’nın kilosunu da söyleyerek bir taksi daha çağırdı. İkinci gelen taksinin arka koltukları çekilince çocuklar için kendi içinden yükselebiliyordu. Mira’yı oturttuk. Emniyet kemeri ile de bağladık. Bizim gibi oturduğu için Mira hanımın keyfine diyecek söz yoktu…

Hepi topu 5 dakika içerisinde resepsiyonun yapıldığı Oslo City Hall‘a ulaştık. Bu bina şehirin tam kalbinde yer alıyor ve Oslo’daki en önemli yapılardan biri… İç duvarlarını süsleyen Norveçli sanatçılar tarafından 1920 - 1950 yılları arasında tamamlanmış resimler de son derece dikkat çekici… Her yıl 10 Aralık’ta Nobel Barış Ödülü de bu binada veriliyormuş. Biraz dolaştık. Sohbet ettik. Mira da yaşına uygun arkadaşlar edindi… Kokteylde yiyecek hiç bir şey kalmadığı için - hala aklımızda Mira’ya bir şeyler yedirebilirmiyiz düşüncesi ile - erkenden ayrıldık.

City Hall’dan çıkınca - gayri ihtiyari - kalabalığın gittiği yönü takip ettik ve kendimizi Aker Brygge‘de bulduk… City Hall şehrin kalbi ise Aker Brygge’de buranın ana damarlarından birisi… şehrin en pahalı ve en popüler merkezi… Biz ilk gün bunun pek de farkında olmadan Mira’cımızın hayır diyemeyeceği bir yiyeceğin - balık, makarna gibi bir şeyin - peşinde tüm kıyıyı baştan sona yürüdük. Çok geçmeden yiyecek bulmamız kadar yer bulmamızın da bir sorun teşkil ettiğini anladık. En dandik yerin önünde bile minimum 45 dakikalık bir bekleme listesi var idi. Döndük dolaştık en azından makarna bulabileceğimizden emin olduğumuz TGI Friday’in önüne geldik. 1 saat bekleme süresi vermesine rağmen “içeride dışarıda oturmamız fark etmez, sadece bebeğimize hızlı bir şeyler yedirme istiyorum” diye anne yalvamasıile kendimizi içeri aldırabildim. Gerçi içeri girip oturmamız pek bir şeyi değiştirmedi. Bu sefer de yemeğin gelmesi için neredeyse 1 saat bekledik. Bu durum Mira’nın hiç ama hiç umurunda olmadı… Önce kendisine verilen boya kalemleri daha sonra da bir bardak su ile ortalığın canına okudu. En nihayetinde gelen makarnadan 5-6 parça yedi de bizi mutlu etti. Cenk hesabı öderken biz can havliyle kendimizi dışarı attık. Sahildeki Viking Gemisi şeklindeki oyun alanında onu bekledik.

İnsan çok uykusuz olunca, bir süre sonra anlık enerji patlamaları yaşar ya, bizim de Oslo’ya inip, otele yerleştikten sonra ki durumumuz böyleydi sanırım… Akşam otele dönene kadar fark etmedik, ne kadar yorgun olduğumuzu… Mira gün içerisinde acayip saatlerde bir sürü kestirdiği için gayet iyiydi de biz perişandık. Odaya girdik, hızlıca duşlarımızı aldık ve onuncu dakikada hepimiz uyumuştuk. Tam uyumadan önce Cenk “oda da klima var galiba açıyorum, bakalım işe yarayacak mı?” gibisinden bir şeyler söylediğini duyduğumu hatırlıyorum…

Sabah 5,5 gibi, perdeden sızan pıspırıl güneş, oda içerisindeki acayip sıcaklık ve nihayetinde Mira’cığımın “anne çiş… çişşş” diye dürtmesi ile uyandım. - Mira çişini söylemeyi bildiğinden değil ama ben onu 8 aylıktan bu yana sabahları çiş var mı kızım diye oturtmaya başladığım için, artık her sabah uyandığında çiş diyor, tuvalete götürdüğümüzde de yapıyor - Mira’yı tuvalete oturmak için kalktım. Bir yandan da söyleniyorum yerler bile sıcak diye… Banyo’ya girdiğimdeki yer sıcaklığına ise inanamadım. Tabanlarım yandı. Sabah 7 gibi gerçekten uyandığımızda anladık durumu… Cenk’in gece klima diye açtığı şey odanın yerden ısıtılmasını sağlıyormuş :) Çatı katında olması münasebeti ile zaten tepeden de fazlasıyla ısınıyorduk. Şahdık, şahbaz olduk. Akşama soğur inşallah diye dua ederek, kendimizi hemen attık odadan dışarı…

Oslo’daki binaların hepsi -30 dereceye kadar düşen sıcaklığa uygun olarak yapılmış. Ama kimse hava sıcaklığının +25 derecenin üzerine çıkabileceğini düşünmemiş. Gitmeden önce baktığım hava sıcaklıkları gündüz 25-26 derece, gece için ise 8-12 derece gösteriyordu. Ben de buna uygun olarak Mira ve benim için ince merserize kazaklar, pamuklu uzun kollu üstler, bir iki de tişört getirdim. Ancak hava durumu konusunda ciddi olarak atladığım nokta 19 saat gündüz ve sadece 5 saat gece yaşanıyor olması idi. Tabi 24-25 derece olarak gördüğüm hava sıcaklığı ani artış ile 33-34 dereceleri bulunca, ben iyice neye uğradığımı şaşırdım. Cenk her zaman ki gibi temkinle yaklaşıp şortunu ve her gün için bir tişörtünü koymuştu valize… Kurtardı durumu… Mira için ise H&M indiriminden bir şort, iki tişört kaptı… Ben de dünyanın en pahalı şehrinden saçma bir alışveriş yapmak istemediğim için stand alanındaki formal kıyafet yönetmeliğimizi hemen spora çevirdim. Böylece ekipce kot üzerine orada dağıtmak üzere yaptırdığımız promosyon tişörtlerimizi giydik - spor kongresi olduğu için de hiç de absürt durmadı :) Akşamları da aldığım Oslo tişörtlerini giyerek turist modunda idare ettim… Tabi 4 gün - yol ile 5 gün - boyunca sabah akşam aynı kotu giymek durumunda kaldım o ayrı (!)

Oslo’daki ikinci günümüze ben sabah erkenden kongre merkezine gittim. Cenk de Mira ile otelde kaldı. Uzun bir kahvaltı sonrasında biraz etrafı dolaşmaktı niyetleri… Ancak kahvaltı sonrası odaya gittiklerinde Mira’nın gözlerinden dünkü uzun günün yorgunluğu okunuyormuş. Zaten o gün de kalın perdeleri çekmiş olmamıza rağmen sabah 5te sızan parlak güneş ile uyanmıştı… Tekrar uyutmak da mümkün olmamıştı. Gün içinde arıza moduna geçmemesi için iyi bir uyku şarttı. Cenk’te pusette uyutmak yerine oda da uyumasını tercih etmiş, iki saat kadar uyuduktan sonra, çıkmışlar. Biraz dolaşmışlar. Mira’ya öğlen balık yedirmeye çalışmış. Cenk’in anlattığına göre yan masadakilerin hatırına biraz yemiş ama onlar kalkınca neredeyse onların peşinden gidecekmiş. “Bilseydim tatlı kahve ısmarlayım size biraz daha oturun ne olur” derdim diye hayıflandı. Mira’yı benim yanıma kongre merkezine bıraktı. Otele yeni giriş yapan ofisten arkadaşımız Sibel’i yanımıza getirmeye gitti. Mira bu sırada kongre merkezinde kendisini sevmeye kalkanlara “anne meme ıhhh” diye beni şikayet etti. Cenk sadece bir saat sonra Sibel ile döndü ama bir saat içerisinde Mira kongredekilere yeteri kadar Türkçe bebek ihtiyaçlarını nasıl dile getirir dersi verdi. Anne… Çiş… Meme… Ighhh… Cenk geldiğinde Mira günün ikinci uykusuna geçti. Yine standda yerleştirdik, uyudu. İşimiz bittiğinde her yer kapanmıştı. Otele gittik. Bari Hard Rock Cafe’den Oslo Tshirti alalım dedik. Gitmişken de yemek olayını hızlıca orada hallederiz diye plan kurduk. Bizim yemek pek hızlı olmadı ama en azından Mira 48 saat sonra bir şeyler yemiş oldu…

Üçüncü günümüzde değişik hiç bir şey olmadı. Ben yine kongre merkezindeydim. Cenk yine Mira’yı sabahtan oda da uyuttu. Mira normal düzeninde gün içerinde 2-2,5 saatlik tek bir uyku uyurken, Oslo’nun uzun günlerinde gün içerisinde 3 defa uzun uyumaya başladı. Tabi bunun karşılığında da normalde gece 9:00 - 9:30 da uyurken, orada 11:30 - 12:00 gibi perdeleri sıkı sıkı kapayıp ancak zorla uyutabildik. Neyse Cenk’in bu günü de Mira’ya ne yedirebilirim çabasıyla geçti. Yıldığı nokta da “sen en azından emziriyorsun” diye yanıma getirdi. Tabi bir de biraz dolaşmak için beni kaçırabileceğini de düşünüyordu ama ben kaçamadığım gibi “bekle hemen geliyorum” “ha şimdi” “ha 10 dakika sonra” diye diye adamın günün kalanını yedim… Bir ara benim 5 dakkaya geliyorum oyalamalarıma aldırmadan tekrar dışarı çıktılar. Döndüklerinde ikisininde keyfi oldukça yerindeydi. Şaşırdık… Cenk iki bardak bira ile işi çözdüğünü söylediğinde dumur oldum. Nasıl eblek baktıysam; her ikisini de kendinin içtiğini açıklamak durumunda kaldı :) Neyse o gün kongrenin kapanış saatinden önce çıktık. Bir kaç parça hediyelik eşya ve bir supermarket alışverişi yapacak vakit bulduk.

Oslo’daki son günümüzde - kendimi geçtim de - Cenk’in bile Aker Brygge‘den ötesini,de pek bir şey görememiş olmasından dolayı döndüğümde hayıflanmamak için sabahtan resmen kaçtım… 2 saatlik Oslo Fiyordlarında tekne turuna bilet aldık… O sabah - artık yemeye oturtmak için ısrar etmeye bile teşebbüs bile etmediğimiz - kahvaltı sırasında 8 ve 4 yaşındaki iki abla ve onların 10 aylık kardeşleri ile öyle bir kudurdu ki, tekneye doğru yürürken pusetinde uyuyakaldı. Teknenin en arkasında yerimizi aldık. Hemen yanımıza oturan yaşlı bir Amerikalı çift saat 10:30′da melekler gibi uyuyan yavrumuzu - birazdan başlarına geleceklerden habersiz - pek sevdiler… 17 derecelik denize girmek için dolup taşmış plajları, tek bir yatak sığabilecek büyüklükteki yazlık (!) evleri, fiyordlardaki müthiş doğayı gördük… Tekne hareket ettikten 20 dakika sonra Mira mızırdanarak uyandı. Önce babasının kucağından etrafı kolaçan edip, sonrasında tekneden elini suya sokmaya karar verdi… Tabi kendisini böyle bir şeyin mümkün olmadığını anlatabilmek bizim için hiç ama hiç mümkün olmadı. Kendini yere attı. Daha olmadı yandaki Amerikalı çifte tekme attı. Baktı olmuyor, “annee memee” diye ağladı. Elini sokabilsek durumu kurtarırdık belki… Elime bir bardak su alıp onun ile de oynatmak gelmedi aklıma… Biraz emzireyim kendine gelsin dedim ama bu sefer de bana yapıştı kaldı. Ben de aman kimseyi rahatsız etmeyim diye sıkıştım kaldım. Cenk kuru üzümle kaldırmaya çalıştı ama hiç yüz vermedi. “Ihhh..” diye babayı itekleyip, “anne meme ham” diye tercihini net olarak belirtti… Memede yapışık kocaman bir çocuk ile yine de etrafı izlemeye çalıştım ama durumun normalliğini kabul edip bir rahat edemedim. Kıyıyı gördüğümüzdeki sevincim resmen yüzümden okunuyordu… Tam o sırada önce yanımızdaki çift, sonrada önümüzde oturan 25-30 yaşlarındaki oğulları ve onun kız arkadaşı ile seyahat eden bir orta yaşlı çift; Mira’nın yaşı için bu durumun son derece normal olduğunu söylediler ve son derece iyi idare ettiğimiz konusunda bizi tebrik ettiler. Çevremizdeki Türklerin uzaktan da olsa “çocuğun yeri evidir” şeklinde tepkilerini duyarken, hiç tanımadığımız bu kişilerin sözleri iyi geldi…

Son akşamımızda ise Norwegian School of Sports Science kampüsündeki kapanış yemeğine davetliydik. Mira’cım yemekte balık olmasına rağmen ağzını açmadı. Çimlerde koşturdu. Topraklarda eşelendi. Yeni arkadaşları ile oynadı.

Böylece bitti Oslo seyahatimiz… “bir şey yemedi” “uyumadı” “hiç bir yeri göremedik” derken yaz yaz bitirememişim. Buraya kadar okumayı başardıysanız, teşekkür ve tebrik ediyorum. Yine de lafı dah ada uzatıp isteyip gidemediğim bir yerden daha bahsetmek istiyorum. Burası “International Museum of Childrens Art” idi… Ne yazık ki Pazartesi, Cuma, Cumartesi kapalı olduğu için ve diğer günlerde ise sadece 11 ile 16 arası açık olduğu için bizim super programa uyduramadık. - sadece bu mesai saatleri için bile bu müzede çalışmak isterdim sanırım - yolunuz düşerse uğrayın, bana da anlatın :)

bunlara da göz atabilirsiniz…

  1. Temmuz 8th, 2009 at 13:07 | #1

    muhteşem olmuş. Mira’nın birşey yememesi dışında tabii. canım ne kadar da aktif dinamik bir kız, bayılıyorum cimcimeye annesi.
    ben de belki 10 sene önceki Oslo gezimi hatırladım. Biz bir de Viking müzesine, bir de şimdi ismini hatırlayamadığım heykellerle dolu güzel bir parka gitmiştik. En muhteşemi ise tabii ki fiyort gezisi idi. Sadece bir hafta içinde yediğim balık ve karideslerden bunlamıştım o kadar.
    aktif dinamik anneye ve kızına sevgiler.
    gorki

  2. Temmuz 8th, 2009 at 13:49 | #2

    Banucum bir solukta okudum…Sizi bile zorlayan bu kısa süreli gezide Miroş yine iyi ayak uydurmuş. Önceki yazından çok daha karamsar bir Oslo macerası bekliyordum, öyle olmadığına sevindim.

  3. itir
    Temmuz 8th, 2009 at 16:44 | #3

    hafta sonu yaptigimiz 2 gunluk cesme kacamaginin uzerimdeki etkilerini atamamis olarak size sadece kocaman bir tebrik buketi yolluyorum, ben 2 gunde bittim siz gez gez bitmediniz :)
    O cevredeki tüm gıcık türklere inat bebenizi dısarlarda buyuttugunuz icinde ayrı bir tebrik çelengi size benden..hani o pastane açılışlarındaki gibi cafcaflı olanlarından ;)

  4. Temmuz 9th, 2009 at 07:04 | #4

    Ahhh ya . neden hep boyle zamanlari secerler ki uyumak yada uyanmak icin :)
    Bu arada car seat olayi cok hosuma gitti.Turkiye’de takside kemer takinca bile tip tip bakiyor amcalar.Aaaah ah diyorum
    AYI olayida cok komik ayrica hahahah hala guluyorumm

  5. İlkiz
    Temmuz 9th, 2009 at 12:11 | #5

    Mira ile beraber çok güzel geziyorsunuz, valla size hayran olmamak mümkün değil. Ben 5 günlük tatil için stres olmuşken, yazdıklarını okudukça rahatladım gerçekten ;). Şu yemek olayları da problem olmasa miniklerin, ah keşkeee… Güzel kızınıı öpüyorum. sevgiler.

  6. Temmuz 9th, 2009 at 15:48 | #6

    Banucuğum biz bile yurtiçi bir haftalık tatilde çok iştahlı begüme yemek yediremedik, ben bravo diyorum Miraya bence çok iyi ayak uydurmuş Ne güzel yerler görmüş.

  7. Temmuz 9th, 2009 at 23:15 | #7

    Mira bence harikaymış. Bir önceki yazıyı okuyunca ben de neler düşünmüştüm. Hakkını teslim etmek bebişimin. Hem canı birşey yemek istemediyse ne yapsın. Bir daha haksızlık yapmayın benim güzel gözlü bıcırıma.
    Not: Bu arada eşin Cenk’i de takdir ettim Banucugum. Hep kosturmus o da. Baba kız sana sıkı destek olmuşlar…
    Sevgiler…
    Umur & Ada

  8. Temmuz 11th, 2009 at 09:42 | #8

    Merhaba, bir solukta okudum, kendim gidip gezmiş kadar oldum. Maşallah size. Ne güzel gezmişsiniz, zor da olsa üşenmeden, dertlenmeden dolanmışsınız. Çok taktir ediyorum. Çocuğun yeri evi filan değildir. Hayattan izole edeceksin de ne olacak.

    Car seat olayına hasta oldum. Burada taksilerde arka koltukta kemer olmuyor her zaman. Car seat takacaz diyince abla kucağına al diye bi de tersliyolar adamı. Gırrrr.

  1. No trackbacks yet.