Home > gezi notları, gezmelik > Kıbrıs

Kıbrıs

Ağustos 26th, 2009 banu Leave a comment Go to comments

Gitmeden önce Cenk bezi çok şaşırtarak kiralayacağımız arabanın otomatik vitesli olmasını istemişti. Ben çalışırken Mira’sını plaja götürmek istiyormuş. Hayatı boyunca araba kullanmaya hiç heveslenmemiş… Sadece on küsür yıl önce bir defa - o da ikimiz de sarhoşken - araba kullanmasına şahit olduğum - ve hemen ayıldığım… hamileliğimde ise ne olur ne olmaz doğuma giderken acil bir şey olur deyip :) resmen gidip bir ehliyet almış kocacım… kızını plaja götürmek için pek heveslendi. Hatta benim “ters trafik ama hık mık” diye söylenmelerimi bile “nasıl olsa sağ koltuğa senden daha yatkınım” diye bir açıklamaya  ile göğüsledi… Gerçi sonuçta Kıbrıs’ta hiç araba kullanmadı ama - üzerinde hiç bir baskı olmadan - ilk defa araba kullanmak istemesi bizim için kayıtlarda yerini aldı…

İlk gün, sabah erken Mira ile Cenk’i yalnız bırakıp çıktım, döndüğümüzde onları havuzda bulurum diye düşünürken odada buldum. Benimle her durumda sabah 7 - 8 uyanan Mira’cım, ben çıkınca tekrar yatmış babası ile saat 10′a kadar uyumuş. Öyle ki misafirhanenin kahvaltı servisini kaçırmışlar ama Cenk o sıcakta kafeteryaya kadar yürümeyi göze alamamış. Neyse ki Oslo’da çocuğum aç kaldı psikolojisi ile kendimi ve etrafımdakileri çok bunalttığım için buraya fazlasıyla tedarikli gelmiştim. Stoktan Mira kahvaltısını edebilmiş. Ben Cenk’in ruhen ve fiziken 180 derecelik konumunu korumaya ihtiyacı olduğunu görünce, Mira’yı yanıma alarak güne devam ettim. Hazırlıklar için ufak tefek etrafı incelerken ve ilgili birileri ile görüşürken, Mira hep yanımdaydı. Geç bir öğle yemeği yedikten sonra pusete uyuya kaldı, odada devam etti. Uyandığında gece aldığımız düz vites arabayı, otomatik vites ile değiştirmek üzere kızlar takımı olarak - Sibel, ben, Mira - bir kez daha Girne’ye doğru çıktık yola…

Girne’de dönerken güneş artık batma pozisyonunu yavaştan almaya başlamıştı. Yine de boşalmaya başlamış bir plaja attık kendimizi… Mira’cım en son geçen sene bu zamanlar Alaçatı denizinin tadına bakmış, ondan sonra ise tekrar nasip olmamıştı. Korkmaz diyordum, biraz da tepkisini merak ediyordum ama bu kadar da hızlı bir adaptasyon hiç beklemiyordum. Denizi görünce neredeyse kıyafetleri ile girecekti. Soyunca beni bile beklemeden kendi başına koşa koşa omuzuna kadar girdi denize… tam yarım saatlik bir kaçamaktan sonra iki üç denemede ancak sudan çıkmaya ikna ettim. Ağlamaklı çıktık. Bu arada biz giyinip hazırlanırken duşların önünde kadının biri çabuk olması için çocuğuna bağırıp duruyordu. Bizim taklitçi maymun, kadın ile tam olarak aynı tonaliteyle “abi hıııııım” diye başlayıp öyle bir bağırdı ki… Kadın dönüp baksaydı ben veya Sibel taklidini yapıyoruz sanabilirdi… kadına ayıp olmasın diye püskürerek gülmemek için kendimizi zor tuttuk… Çıktık ama ben tam Güzelyurt‘a varmışken, dönüp Lefkoşe‘yi tavaf edince kampüse varmamız biraz vakit aldı :)

Ertesi gün sabahtan bu sefer hep birlikte olabileceğimiz bir kaçamaklık daha vakit bulduk. En yakın plajı hedefledik. Sorduğumuz herkes Girne plajlarına gitmemiz konusunda ısrar ettiği için önce o yöne doğru çıktık yola… Kalkanlı‘dan hemen sonra gelen 5 kilometrelik virajlı yolu “koskoca Güzelyurt Körfezinde nasıl yüzülecek bir yer olmaz… niye taa Girne’ye kadar gidiyoruz ki…” diye söylene söylene tamamladık. Derken solda “Akdeniz” yazan bir levha ve altında ki küçük bir tabelada da “Caretta Beach & Restaurant” yazdığını gördük. Haritadan bakınca Güzelyurt körfezinde yüzen bir kaplumbağa resmi ile örtüştü… Akdeniz isimli küçük bir kasaba içinden geçerek, önce bir köy yolunu izledik. Bu arada yol kenarında durup Cenk arkamdan “hırsız, hırsız” diye bağırsa da, yol kenarındaki tarlalardan domates çalmayı da ihmal etmedim :) Yanlız yol her ikiye ayrıldığında inat edip tabi ki yanlış olanı seçtim, böylece sayemde bir mezarlık ve bir inek çiftliğini de ziyaret ettik. En nihayetinde henüz stabilizeleşmemiş taşlı bir yoldan Caretta Beach’e ulaştık…

Arabadan iner inmez gördüğümüz uçsuz bucaksız bir kumsalda dolaşan 2 tane at oldu :) Mira’cım bizi unuttu - dıgıdıng dıgı dı diye hemen onların peşlerinden koştu. Pazar günü olmasına rağmen koskoca plajda üçümüzden başka hiç kimse yoktu. Müthişti… Gerçi deniz son derece dalgalıydı. Girne’nin çarşaf gibi denizinin yanında burada fırtınalar kopuyordu. Mira’yı rahat yüzdürebileceğimiz bir deniz olmamasına rağmen babasının kucağında dalgaların üzerinden hopladı. Dalgaların çarptığı kıyıda koşturdu. Hatta bir süre sonra elimden tutup dalgalara doğru beni de koşturdu…

Mira çukur kazdı, deniz doldurdu. Cenk boş durmadı, Mira ile bir piramit yaptı… Ben de onlardan kısa bir süre ayrılıp plajda yarı yarıya kuma gömülmüş naylon poşet ve şişeleri topladım - işte bu duruma o kadar sinir oldum ki burada satır arasında unutulsun istemedim o yüzden ayrı bir yazı olarak blogumuza ekledim :( Biz kıyıda coşarken iki İngiliz aile geldi lokantaya - dönünce farkettim en ücra köşede bile hep bir iki İngiliz turist görmüşüz… Neyse zorla ayrıldık denizden üzerine güzel bir levrek yedik… Karnımız ve ruhumuzu doyurmuş olarak döndük kampüse… iş başına…

Sonraki gün boyunca kaçamadık kampüsteydik. Bir de dışarıya çıktığımızda hissettiğimiz hava sıcaklığı 50 küsür derece olunca Cenk ve Mira genelde misafirhanede takıldılar. Tabi bir kaç saat havuz sefası yapmayı da ihmal etmediler. Cenk’in dediğine göre bir süre sonra oldukça büyük olan küçük havuz kesmemiş. Büyük havuzdaki kulvarlara kafayı takmış. - armut dibine düşmüş işte… - Yanımızda simit kolluk vs hiç bir aksesuar olmamasına rağmen Cenk kendi ayağının yere değiyor olmasına güvenerek büyük havuza almış, kulvarlara götürmüş, sonra da Mira’yı kulvardan geri sökmek için çokça debelenmiş.

O akşam grubumuzun Girne’deki bir gezi teknesinde günbatımında kokteylimsi bir organizasyon sonrası limandaki bir restoranda yemeği vardı. Mira karnımdayken mavi yolculuk yapmıştık. 3 aylık bebekken ise iş amaçlı bir boğaz turu… Ne olduğunun farkına vararak tekneye ilk binişi ise bu oldu. Teknemiz açık denizde dalgalarda yalpalanırken tüm konuklar oturuyor Mira ise kahkahalar atarak “op… baa” diye düşüp kalkmaca oynuyordu. Yorulunca da yattı yere paspas modunda… Gemi sallandıkça “nenn nenn” diye kendine şarkı şöyledi… Yabancı konuklarımız Mira’yı “ne güzel eğlendin sen” diye sevip, Türk konuklarımız ise “yerlerde çok yuvarlandı bir elini ayağını yıkasanız” diyerek indi tekneden…

Son gün sabahtan dönüş için bavulu hazırlayıp havuz bizi kesmez, yeni bir plaj daha keşfedip gelelim dedik. Cenk haritadan yakınında yüzen adam resmi olan bir yer seçtirdi. Bu sefer Girne’nin tersi istikamete Lefke tarafına doğru yola çıktık. Bizim deniz kıyısında gibi algıladığımız Bademliköy‘ün denize Beşparmak dağlarının tepesinden baktığını görünce, Yedidalga‘ya geri döndük. Daha fazla geçikmeden yol kenarındaki lokantaların birinin merdivenlerinden attık kendimizi sıcak sulara… Soğuk deniz severiz diye kıllık yapmadan, en azından gider ayak kumlanmadık diye avunduk. Mira’cım bize özenip kafasını suya soktu ama hemen de pişman oldu. Yine de zor çıkartık denizden… Uçağın kalkışına 3 saat kala odamıza geri dönmüştük. Benim hafif stresim, Cenk’in rahatlığı ile baskılandı. Hazırlandık çıktık. Ercan Havaalanına varmadan yol üzerinde İlker Karter Havalanına da bir uğrayalım diye biraz uğraştık :) Neyseki kapısına dayanmadan uyandık yanlış havaalanının peşinde olduğumuza… Pegasus tarafından işletilen Ercan - Ankara dolmuşunun son yolcuları olarak yerimizi aldık. Evimize döndük çok şükür…

Mira ile seyahat ederken zaman zaman damarım tutup “acaba durur mu? ortalığı dağıtır mı? sıkılır mı? sıkar mı?” diye endişelensem de hemen kendimi dizginliyorum. Biliyorum endişelenmek boşa kurek çekmek. Hem çocuk, hem anne, hem baba yaşarken öğreniyor, uyuyor birbirine… Şunu gördüm ve yaşadım ki yabancılar gerçekten çocukların her yerde olmasını hiç ama hiç yadırgamıyorlar. Yargılamak yerine gerektiğinde yardım ediyorlar en azından samimi bir gülümseme ile taktir ediyorlar… Kim ne derse desin Türklere garip geliyor bu durumlar… Yeni duydum saat 19:00′dan sonra bebek almayan mekanlarımız da olmuş. Yuh dedim… Şimdi bir de aklıma çocuklarını çoktan büyütmüş bir kadın profesörün, anne olacak bir öğrencisi ile olan diyaloglarına kulak misafiri oluşum geldi. O “ayol çocuğun ne işi olacak buradalarda, mızır mızır yanında… evde kalır tabi, senin rahatını düşündüğümden değil, sen özleyeceksin ama çocuk rahat eder… bak benim kocam seyahati bırak, evde sofrada bile hoşlanmazdı… o gelmeden yedirirdim ben çocukları…” falan filan derken Mira ortalıkta koşturuyor, tırmanıyor, yuvarlanıyordu :P Benim alıcıların açık olduğunu hissetti galiba sonuna ekleme yaptı. “tabi olsa şunun gibi melek, tüm dünyayı gez… ama böylesi binde bir işte…” dedi. O an ben de “hocam hayata karıştırmazsa kelek kalmaz mı o çocuk” dedim de içimden işte :)

bunlara da göz atabilirsiniz…

  1. Ağustos 26th, 2009 at 09:19 | #1

    Ne kadar güzel geçmiş Banu’cum… Fotoğraflara bayıldım ve o uçsuz bucaksız sahile… Bu arada Türk ve yabancı konukların tekne sonrası ile ilgili yorumları çok dikkat çekici:)

  2. Ağustos 26th, 2009 at 09:30 | #2

    Özlem’cim… Yine ilginç bir nokta Türk konuklarımızın laf olsun diye değil gerçekten endişelenmesi idi bu duruma… Yazık perişan oldu diye Mira için üzülenler olduğunu biliyorum :D

  3. Ağustos 26th, 2009 at 13:17 | #3

    Güzel zaman geçirmenize çok sevindim .Ya ben anlamyorum Milletimi hele davranışları ve konuşmalarıyla örnek olması gereken Hoca’na kocaman bir aaaa yaptım.İNANAMADIM.

  4. Ağustos 26th, 2009 at 14:02 | #4

    Mira’yla birlikte gezerek o kadar guzel bir sey yapiyorsunuz ki. Hep yabancilarin cocuklarinin nasil uslu durdugundan vs’den bahsediyorlar, bizimkiler olsa hayatta tutamayiz diyorlar.. Bunun sirri, cocukla birlikte gezmekte. Daha 3-5 gunlukken bebekleriyle gezmeye basliyorlar, abarti degil, 3 gunluk bebekle market alisverisine gidiyorlar. Ondan sonra da onlar nereye, cocuk oraya. Tabi cocuk gezerek buyudugu icin nerde durmasi lazim, yemek yenirken ne yapmasi lazim.. Hepsini biliyor. Biz de ise cocuk anneanne-babaanneye birakiliyor, yasi oluyor 4-5, ilk kez tatile birlikte cikiliyor. Ondan sonra da tatil koyunde bir turistlerin bebelere bakiyorlar, bir kendilerinin yerinde dur-a-mayan cocuklarina, bizimkiler neden boyle diyorlar :) Isin sirri pratikte :)

    Simdi zorlansaniz da, ilerde o kadar rahat edeceksiniz ki :))

  5. Ağustos 26th, 2009 at 16:00 | #5

    Sinem’cim bende inanamamıştım duyduklarıma…

    Esra’cım, o kadar haklısın ki… Dahası çocuk kadar sen de öğreniyorsun birlikte gezerken… o öğrenirken sen tecrübeleniyorsun… şimdi düşünüyorum Mira ilk doğduğunda nerede nasıl emzireceğim, nasil altini değiştireceğim diye şaşırırken, şimdi öyle an oluyor ki gerektiğinde çarktırmadan bir köşede emziriveriyorum, yol kenarında portatif lazımlığı açıp oturtuyorum. Bunların hiçbirisi beni zorlamıyor garip de gelmiyor…

  6. Ağustos 26th, 2009 at 22:33 | #6

    ben şu tarla domateslerini kıskandım ne çok.

  7. Ağustos 27th, 2009 at 00:59 | #7

    Oncelikle babaya tebrikler diyorum. 30 yasina kadar araba kullanmayi ogrenmemis, reddetmis biri olarak nasil hissettigini tahmin edebiliyorum. Ama iste bir takim sartlar isi degistiriyor. Ben, hala cok uzun sure araba kullanma konusunda rahat degilsem de isin pratik kismi, verdigi ozgurluk inanilmaz bir sey, hele ki burada.

    Cocuklara karsi davranislarinda yabancilarla Turkler arasindaki farklara gelince; yazdigin her seye katiliyorum. Ne yazik ki, cocuk sevgisini herseye karismakla, onlari korumayi da herseyden uzak tutmakla karistirabiliyoruz bazen. Sanirim cogu yabancinin rahatligi cocuk diye dusunmekten cok, yasi ne olursa olsun once baska bir insan olarak algilamaktan geliyor. Anlamaz diye bir sey yok, hepsi bizden cok daha akilli. Tabi ki bir takim seyleri ogrenmek zaman aliyor, ama yasamadan nasil ogrenebilir ki bir insan.

    Bu arada, hoca hanimin dediklerine inanamiyorum. Esi kendi cocuklarini mi istemezmis sofrada?!! Cocuk, kedi, kopek sahibi olmadan once herkesin belli bir testten gecmesi gerek bence. Yapmasinlar sofralarini bile paylasamayacaklarsa, bu nasil anne baba, off.

  8. Ağustos 27th, 2009 at 22:18 | #8

    güzel bir tatil geçirmişsiniz.. sahilde şişe bilumum çöp toplama olayını bizde ailecek her sene çanakkalede yaparız.. ilave, hocanın dediklerine inanmak çok güç, bu nasıl bir hoca ?

  1. No trackbacks yet.