Home > gezi notları, gezmelik > Endorfin takviyesi…

Endorfin takviyesi…

Önceki hafta St.Christoph’taydık. Geçen sene de aynı toplantıya katılmıştık. O zaman yeni yeni ayaklanmaya başlayan Mira ile bir kayak merkezinde ne yapılabilir ki diye pek endişeli yola çıkmıştım. Ama toplantı Ski Austria Academy diye profesyonel bir kayak eğitim merkezinde olunca disiplinle düzenlenmiş saatler Mira’nın doğal rutinine pek iyi uymuştu. Sabah 7 - 8 arası kahvaltı, 9 - 12 arası kayak dersleri, 12 - 13 arası öğle yemeği, 14 - 18 arası toplantılar, 18:30 - 20 arası da akşam yemeği… Ben toplantıdayken, Mira’nın sorumluluğunu üstlenen Cenk’e daha fazla kazık atmamak için sabah ücretsiz sunulan kayak derslerini ona bırakmıştım. Böylece Mira sabahları anası ile kudurarak, öğleden sonraları da babası gözetiminde uyuyup, oynayarak harika vakit geçirmişti(k). Aşağıdaki videodaki gibi tatlı anılar ile çıktık yola… Ancak gördük ki sahne aynıydı ama geçen seneki bizi mutlu etmek için deliren bebek rolünü artık bizi hiçbir şekilde iplemeyen bir cadıya devretmişti.


Black Dog - The Babysitter from banu akman on Vimeo.

Sabah 4′te evden çıkarak başladığımız, Ankara-Munih-Zürih uçuşunu takiben 2,5 saat araba kullanarak yaptığımız yolculuğun büyük kısmını Mira uyuyarak tamamladı. Mira uyanık kaldığı her an ise göz hapsi prensibimizi aşarak peşinden koşturdu. Cenk’in duruma müdahale etmesine daha gürültülü tepkiler verdiği için yakalama devriyesi görevi de benim üzerime kaldı… Tabi yakalanacağını anladığı anda da “Mia yoruldu burada uyu” diye yere yapıştı. Açıkçası daha önce böyle yere yapıştığı zamanlarda sakince başında “hadi burada uyunmaz kalk” diyerek bekliyordum. Ancak bu sefer kendini yere attığı yerler arasında bir umumi tuvalet bile olunca öyle sakin makin kalamadım. O yapıştı, ben yerden kazıdım. Kucağımdaki “annemm, bıııak benii, bıııak diyoum” yakarışları etraftakileri pek güldürse de benim canıma okudu. Öyle ki bu yolculuğun onu da etkileyeceğini düşünemeyecek kadar yoruldum. Yorgunluktan iyice salaklaştım. Şaşırdım.

Hele akşam yemeğinde Mira’nın çiğnediği fasülyeyi elime tükürüp “annnee yapıştııır, lüüütfen” diye yalvarmalarınının bir kaç saniye içinde “banuuu bana baaaak, yapıştııııııır” şeklinde böğürmelere dönüşmesine tek kelime edemeden, hatta ağzım açık hayret ile bakakaldım… hele bu sırada kendisini 3 aylıktan bu yana tanıyan bazı arkadaşların yanımıza gelip “hello… sweet Mira… she is gorgeous… Is she babbling now?” (merhaba tatlı Mira… göz kamaştırıyorsun… Şu anda bebekçe sesler mi çıkartıyor?) diye saf saf sormalılarına en uygun yanıt “uzaktan davulun sesi hoş gelir” olurdu ya… Neyse o gece nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum. Zaten Mira’nın nasıl uyuduğunu da hiç hatırlamıyorum. Tek bildiğim; deniz seviyesinden yaklaşık 2000m yükseklikte olmamızın da etkisiyle geceyi hepbirlikte bol bol uyanarak geçirdik…

Yine de sabah keyifli kalktık diyebilirim. Mira “anne kallk güneş var kapat” diye mızırdanarak gözünü açtıysa da ayılmasıyla camdan yansıyan karı farkedince “aaa kar var… bi sürü kar yağıyor…” diye pek sevindi. “baba kalllk… bakk… kadan adam yap havuc tak” demesiyle günün tüm akışını değiştirdi. Cenk kızı ile kardan adam yapma hayallerine dalarken, ben sabah güneşi kapat direktifinin devamının geleceği korkusunu üzerimden pek de atamadım. Baktık baba kız bensiz daha iyi performans gösterecek, ben attım kendimi dışarı…

Kayakla ilk tanışmam değildi ama kendisiyle en son buluşmamızın üzerinden 25 yıl geçmişti. Ama daha ilk dakikalarda anladım ki kasların da hafızası var :) 3 gün boyunca sabahtan çıktım, vurdum kendimi dağlara… Öğlene yoruldum döndüm…. çok ama çok iyi geldi. Endorfinin etkisiyle öyle sakinleştim ki hepimize dışarıdan bakabildim. Gördüm ki; o büyüdü ama limitlerini öğrenmek istiyor… ben klavuzluğu karga gibi yapınca da işler sarpa sarıyor.

Artık sadece bizim tarafımızdan anlaşılmak onu kesmiyor… İstiyor ki; Elif de anlasın, Ata da anlasın, Petek Hanım, Hayri Amca da anlasın… zaten o yüzden önce en yakın gördüğüne; Elif’e sardı.
- Elif önünü kapa !
- Elif yemek ye…
- Elif dikkat düşeceksin !
- Elif bekle !
- Elif hadi kay…
Elif belki de çocukluğundan bu yana bu kadar müdahaleye uğramamıştır ama sabırla cevap verdi kendisine…
- Mira’cım burası sıcak, dışarı çıkınca kapatacağım.
- Tamam oldu!

Nihayetinde Mira’nın tüm kendini ifade etme çabaları yerini buldu. Bunlardan en akılda kalıcısı da; kendi kendine “how i wonder what you are” diye mırıldanmasını bizden başka kimse anlamazken, 10 yaşındaki Ata karşısında “Twinkle Twinkle” diye başlayıp dilinin dönmediği yerleri söylemesi oldu… Tabi Ata bunun üzerine “Ata abi gel… bak… beni bekle… Ata abiii” şeklinde nasibini de aldı.

Dönüşümüz zamanlama açısından gidişten beterdi. - nasıl bu saatlere bilet aldın diye sormayın tamamen benim dışında gelişti - Mira’ya akşam yatarken, uyandığında havaalanında olacağını, oradan uçağa bineceğimizi, eve, oyuncaklarına, Canberk’e gideceğimizi tekrarlaya tekrarlaya anlattık. Zürih’ten uçağımız sabah 7de kalktığı için gecenin 2sinde ayrıldık St. Christoph’tan… Mira’yı uyandırmadan giydirdik, indirdik arabaya… Gözünü açtığında Zürih’teydi. Şu son fotoğraf anın yakalanamadığı bir foto olmuş ama zaten tüm seyahat boyunca 5-10 fotoğraf çekmişiz ya bu da boşa gitmesin diye ekledim. İşin aslı sabah 5te herkes balık gibi bakarken o bagaj arabasının üzerinde dans ediyordu ya hiç yakalayamamışız.

Havaalanlarında kahkahalar ile oynadı. Uçaklarda uyudu. Sanki gidişte başka çocukla dönüşte başka çocukla seyahat ettik deyip işin içinden sıyrılamak var ama… işin sırrı gidişteki ben ile dönüşteki ben arasındaki farkta…

Bence “ne oluyoruz ya… bebeğim gitti yerine başka bir şey geldi…” dediniz noktada biraz atın kendinizi dışarı… spor yapın… tempolu yürürün… koşun… bu sırada salgılanan endorfinin etkisini yabana atmayın… Yavrum iki yaş krizlerine girdi diyenlere tavsiye olunur :)

bunlara da göz atabilirsiniz…

  1. Şubat 4th, 2010 at 09:44 | #1

    Banu’cuğum yine güzel bir gezi yazısı olmuş. Dediğin gibi uzaktan davulun sesi hoş geliyor ama Erdem’de o kadar acayip istekler ve bağrışlar sergiliyor ki bazen ben de kendimi çok yorgun ve bezgin hissediyorum. Dediğin gibi başka şeylere özellikle spor gibi birşeye yönelmek hepimize iyi gelecektir.

    Sevgiler..

  2. Şubat 4th, 2010 at 10:48 | #2

    evet çok guzel bir yazı olmuş.ciden çok yarsıdık :)

  3. Şubat 4th, 2010 at 16:03 | #3

    ah ah,ben koca bavulun en son içinde 24 lü bira varken ki halini bilirim!!

  4. Şubat 5th, 2010 at 08:42 | #4

    Naile’cim, söylüyorum ama yapamıyorum o ayrı ama mutlaka kendimize vakit alan yaratmalıyız… hem bizim hem yavruların selameti için :)

    İlknur, sabahtan beri arıyorum yarsıdık ne demek diye :) teşekkür ederim darısı başınıza :)

    Yasemin, yaa… o biralardan bu yana yüz yıl geçmiş gibi geliyor. Biralar ile başladı, çocuk bezleri falan derken neler gördü bu bavullar… Bu arada St.Christoph’a da 15 şişe Türk şarabı taşıdık, dönüşte de peynir doldurup döndüm ya… ondandır bu kalabalıklığımız :)

  5. Şubat 7th, 2010 at 00:55 | #5

    spor yapmak istiyorum ben de acilen.. sahilde uzuunca koşmak anca depolarım sanırım endorfini
    hoşgeldiniz :)

  1. No trackbacks yet.