Home > gezi notları, gezmelik > AVUSTRALYA - biraz Sydney

AVUSTRALYA - biraz Sydney

İçimde ukde kaldı. Fotoğrafsız olmaz diye diye bir türlü yazamadım… Singapur fotoğraflarını kolayca ayıkladım diye gaz almışken “annemin benim niye hiç resmim yok” dediği kadar vahim bir durum ile karşı karşıya kaldım :) Ama sonunda Suha’nın kendisini National Geographic fotoğrafçısı sanarak çektiği 1500 kadar çita, kanguru, devekuşu, koala, papağan vs. vs. resmi arasından kendi resimlerimizi çıkartmayı becerdim. Yeni yıla 2009′a dair güzel anıları taşıyacağım demiştim ya… Şöyle bir geri döneyim. 21 - 28 Eylül 2009′da dünyanın tam öteki tarafında Avustralya’daydık diye başlayayım…

Singapur’dan Sydney’e akşam kalkan Qantas uçağı ile yola çıktık. Bu uçak bugüne kadar gördüğüm en büyük uçaktı. Bu uçak nasıl dolar, nasıl boşalır, biz binene - inene kadar bizim çocuk çatlar diye düşünürken o kadar hızlı yerimize yerleştik ki… Dahası uçaktaki herkes o kadar hızlı bindi ve yerleşti ki bunca yıldır uçarım yine de şaştım. Daha gitmeden karar verdim; bu kıta dünyanın heryerine uzak olduğu için halkı da mecburiyetten seyahat konusunda profesyonelleşmiş. Mira’cım da Singapur’da o gün pek doğru düzgün uyumamasına rağmen uçağa benim kadar şaşırıp CİN kesildi… Azdı… azdı… azdı…

Onun azması bizi sarstı ama Qantas hostu sanki bu durumu öngörüyormuşcasına küçük bir sırt çantası içerisinde bugüne kadar gördüğüm en güzel çocuk oyalayıcı ekipmanları verdi. - ki biz safça nasıl olsa uyur diye uyku ekibi dışında fazla bir oyalayıcı oyuncak almamıştık yanımıza… - İçinde tam eline uygun küçük bir manyetik karalama tahtası bile vardı. Qantas önce kooocaman uçağı sonra da çocuk yolcu seti ile Mira’nın kalbini kazandı ama asıl gelen çocuk menüsü ile benim kalbimi kazandı. Ana yemek tabağındaki sebze çeşitlerinden öte, taze meyve, elma suyu, kuru üzüm kutusu hepsinin organik olduğu belirtilmiş ve üzerlerine gururla yazmışlar “Avustralya üretimi” diye… Qantas’ın çocuk yolcular için faydalı bilgiler veren sayfalarına şuna ve buna tıklayarak göz atmanızı öneririm. Bir kez daha hissettim, bizim milli havayolumuzun çocuk bebek dostu olabilmesi için daha kırk fırın ekmek yemesi gerekiyor…

Velhasıl Mira inmemize 15 dakika kala sanki fişi bir anda çekilmiş gibi TOS diye uyudu ve biz 8,5 saatlik uçusu sıfır uyku ve tam perişan tamamlayarak sabahın köründe Sydney’e indik. Bizim tosbağa külçe gibi uyumaya devam ettiği için bavullar ile birlikte kendisini de otele taşıdık. O kadar kucaktan kucağa, arabadan taksiye attık bana mısın demedi bir kere bile gözünü aralamadı !

Sabahın 7sinde maaile lobideydik. Kaldığımız otel Westin’in kokoşluğuna bizim o anki pejmurdeliğimizin uymamasından olsa gerek; odalarımızdan birini hemen verdiler. Lobide uyacağımızdan korktular galiba… Böylece Sydney’deki ilk günümüzün büyük bir kısmını annem, Suha, Cenk, Ben ve Mira bir oda - 2 yatakta uyuyarak geçirdik. Yattığımız yeri pek beğendik :) Hatta annemin “ikinci odayı tutmaya gerek yokmuş, bakın pekala sığabiliyormuşuz” yorumu durumun konforunu anlatacaktır. Canberra’ya geçmeden önceki Sydney’deki tek günümüzü uyuyarak tamamlamak istemediğimiz için zor bela attık kendimizi sokaklara…

Ne olduğunu bile hatırlamadığım bir şeyler yedik. Sydney’in en güzel yerlerinden biri olan Darling Harbour - Liman bölgesine yürüdük. Limanı dolaşırken Mira’nın tekrar uykunun tatlı kollarına doğru süzüldüğünü görünce Avustralya’yı sadece geceleri göreceğiz endişelenmeye başladık. Ani bir karar ile Mira için bizden daha heyacan verici olduğunu bildiğim balıkları görmek üzere yine Darling Harbour’da yer alan Sydney Aquarium‘a girdik.

Daha girmemizle bizimkinin gözleri açıldı. Su ile ilişkili her türlü canlının bir arada bulunduğu bu bina limanda olmasından öte kısmen deniz üzerinde yüzüyor. Mira “baba bak baba” (baba bak balık) demekten helak oldu :) Düşünün ilk sözcüğü “anne”den sonra balıklara “baba” demeye başlamıştı bu çocuk… O zamanlar, etrafta heyacanla “baba, baba” diye dolaşırken, “babaya düşkünüz galiba” diyen yabancılara, Cenk’in kayıtsız bir bakış ile “yok balıklardan bahsediyor” demesi de bundandı… Neyse Sydney Aquarium bizim için de bile çok ilginçti…

Dugong ve Platypus gibi Avustralya’ya özgü ilginç bir kaç hayvan gördük ama bunların ötesinde biz bu kıtada evrimin farklı geliştiği izlenimini uyandırdı. National Geographic izler gibi olduk. Farklı bir dünya burası… Yanlız tünellerden küçük okyanusu izlerken bir çoğunun yaralı olduğunu fark ettik. Tam buna takmaya başlamışken ise bu canlıların büyük bir kısmının doğada yaşamaya devam edemeyecek kurtarılmış hayvanlar olduğunu öğrendik. Bu da bizim için bir ilk oldu… Ama daha sonra aynı durumu gezdiğimiz hayvanat bahçelerinde de gözlemledik. Bu hayvanlara ikinci bir şans yaratılmış. Üstelik doğal ortamlarını aratmayacak her türlü ince detay düşünülmüş.

Akvaryumdan çıktık. Yine Darling Harbour’u gezelim. Uyandığından beri kuru kayısı, kuru üzüm’den başka hiçbir şey yememiş Mira’ya bir şeyler yedirelim dedik ama çıkamızla “memme” diye kıyameti koparttı. - ki en son Oslo’da böyle yaygara çıkartmıştı, onun dışında huzurlu mutlu gidiyor hala emzirme hikayemiz - Liman manzarasına karşı emzirdikten sonra en yakındaki yere girip birşeyler yiyelim dedik ama Mira 100 m. bile gitmeden yine külçe gibi uyudu. Otel döndük. Artık bu cadının gecenin bir körü bizi ayağa kaldıracağından emin olduğumuz için güç toplamak üzere yattık, uyuduk.

Sabah erkendi uyandığımızda :) ve Mira hala uyuyordu. Fırsattan istifade bilgisayarımı açıp 3-5 mail okurum derken araç kiralama firmasından gelen mail ile şok oldum. Kiraladığımız - hatta sigortası ve parasını ödediğimiz araç malesef elimizde kalmadı diye bir sebep ile iptal olmuştu. Malum bizim aile 4 yetişkin + 1 velet + üzerine o gün bize katılacak Hayri + bavullar derken normal bir arabaya sığmamız mümkün değil. Cenk ile Suha sabah sabah risk almayalım deyip, şehir içindeki rent a car firmalarının toplandığı William Street’e doğru yola koyuldular. Hayri, ben, annem ve Mira lobide kahvaltı taklidi yapacak bir şeyler yerken ellerinde genişçe ama normal bir araba ile geri döndüler. Öğrendik ki Sydney’deki son kiralık araba buymuş. Westin otel görevlilerinin şaşkın bakışları ile Cenk o arabayı öyle milimetrik yerleştirdi ki… Mira’nın oto koltuğundan da ödün vermeden 5,5 kişi tüm eşyalarımız ile sığdık :) Türküz biz işte…

Sardalya kutusunda yaptığımız 4 saatlik yolculuğun sonunda Canberra‘ya geldik.

Devamı gelecek…

bunlara da göz atabilirsiniz…

  1. Şubat 5th, 2010 at 01:40 | #1

    Gezi yazilarini okumak cok keyifli Banu, fotolar da ayrica cok guzel, mavi mavi icim acildi walla :)

  2. Şubat 5th, 2010 at 07:53 | #2

    Hızınız başımı döndürüyor. Bir hafta yazı gelmeyince acaba şimdi neredeler diyorum. Valla seni tebrik ediyorum banu yaptığını çok insan cesaret edip de yapamaz. Ayrıca mira büyüdükce daha bir şekerleşti.İkinizin beraber olduğu fotoğrafı sevdim, çok doğalsınız.

  3. Şubat 5th, 2010 at 09:45 | #3

    Sabah sabah böyle yazilar okumak hosuma gidiyor… cocukla yolculuk herzaman biraz zor ama ev kös kös oturmak iyidir :-) fotolara bayildim…

  4. Şubat 5th, 2010 at 11:10 | #4

    En keyifli yazıların bunlar. İlerde seyahatname gibi birsey cıkarabilirsin.. Fotograflar da cok guzel gitmis kadar oluyorum. Agzına eline saglık.. Canberra’yı da bekliyorum

  5. Şubat 5th, 2010 at 13:19 | #5

    batılıyorum seyahat yazılarına BANU ve tabi ki Mira’nın fotoğraflarına:))

  6. Şubat 5th, 2010 at 13:28 | #6

    Benden Bizden, Başak, Yeliz, Esra, Dijle… teşekkürler yorumlarınız için…
    Yeliz, yolculuklarda zor geçen anları da yazmaya gayret ediyorum ama işin aslı Mira ile gezmek bence yanlız gezdiğim zamanlardan da daha keyifli :) Cenk’le hayalimiz yanlız gittiğimiz yerlere bir de Mira ile gidebilmek ya kısmet olur inşallah…

  7. Şubat 5th, 2010 at 23:30 | #7

    Ya Banu sonra 2.yi yaparsanız bir de bastan onunla da gidersiniz artık:)

  8. Şubat 7th, 2010 at 01:00 | #8

    gezi fotograflar yine çok güzel banu bunları okudukça çocukla uzak yere gidebilme cesareti topluyorum.. evet sen bir derleme yapıp gezi kitabı -hatta bebekle gezi- çıkarabilirsin bunlardan çok da eğlenceli olur.. koalalara hasta oldum çok şirinler..

  9. Şubat 7th, 2010 at 15:14 | #9

    Merhaba Banu. Yanlış anlamazsan Mira yı görünce içim eriyor. Pamuk prenses ne kadar büyümüş. Bebeklikten çıkmış çocuk olmuş artık. Maşallah. Uzun zamandır nete giremiyordum. Yorumunu gördüm mail attım sana demişsin. Almadım ki mailleri! Acaba spam olarak geldiler de ben göremeden silindiler mi ?Bilemedim doğrusu.

    Fotolara bayıldım mavi mavi içim açıldı. Bir de Mira yı görmek en güzeli işte. Sayende dünyayı biz de geziyoruz sizinle. Yazmaya devam et.

  10. Şubat 8th, 2010 at 01:28 | #10

    Esra’cım… annemler 3 çocukla hatta 3. çocuğu 40 günlük bile değilken tüm Akdenizi kıyıdan araba ile dolaşmışlar… Kaş Kalkan arasındaki yol önlerinden dinamitle açılıyormuş; öyle bir yol hikayeleri de vardır… Annem böyle olunca ben 2.yi de yaparım, 2. ile tüm gezdiğimiz yerlere bir daha da giderim :) inşallah…

    Demet’cim… ben çoğunlukla iş için seyahat ediyorum. Başlarda Mira’yı bırakamadığımdan zorunluluktan hep birlikte gidiyorduk. ama zamanla şunu gördük ki birlikte seyahat etmek koşullar ne olursa olsun çok keyifli… her fırsatı değerlendirmeli… Asıl koala resimlerini bu yazını devamında göreceksiniz :)

    Ayça’cım… döndüğüne çok sevindim. Maillerim ulaşmadı mı? ben mi yanlış bir yere yolladım? kendi bilgisayarıma kavuşur kavuşmaz bakacağım.

  11. Şubat 8th, 2010 at 09:58 | #11

    Yürü be Banu kim tutar seni.. Anasının kızı.

  1. No trackbacks yet.