Home > paylaşmalık, sobeler, yuva > Okulla gitmek (ya da gitmemek…)

Okulla gitmek (ya da gitmemek…)

Aralık 14th, 2010 banu Leave a comment Go to comments

Damla bir zaman önce bir anaokulu anketi başlatıp, bana da paslamıştı. Mira okula başladığından bu yana okuldaki hayatından pek bahsetme fırsatı bulamamıştım. Yine uzun ara verdim ama güzel bir bahanem oldu…

1. Çocuğunuzu kaç yaşında kreşe gönderdiniz/göndermeyi düşünüyorsunuz? Kreşe göndermek için beklediğiniz yaş dışında bir şey var mı?

Mira tam 22.5 aylıkken yuvaya başladı. Bir yılı aşkın bir süredir Binbir Çiçek Çocuklar Evi Montessori Önokulu‘na devam ediyor. Haftada 3 yarım gün olarak başladık sonraki 2 ay içerisinde haftada 5 yarım güne çıktık. Son bir aydır da 5 tam gün olarak devam ediyor.

3 yaş gibi katı bir sınırımız olamamakla beraber, 2 yaşını dahi doldurmadan yuvaya gönderme gibi planımız  yoktu. Ancak her geçen gün planladığımızdan erken başlamanın bizim için çok isabetli bir karar olduğunu görüyorum. Çocuklar siyahtan beyaza geçiş gibi keskin farklılıklardan hoşlanmıyor; okullu olmaya geçişi de imkanlar dahilinde küçük ama kararlı adımlar ile gerçekleştirebilmek güzel…

2 yaşından küçük olmasın etkisiyle, okul bakmaya ilk başladığımızda, adımların küçüklüğü konusunda yuvanın, kararlılık konusunda da bizim doğru frekansı yakalamamız gerektiğini düşünüyorduk. Sizi görürse yanından ayrılmanıza izin vermeyecektir, burada olduğunuzu bilmese daha iyi olur, ağlasa bile susar, zaten en fazla 3 hafta içerisinde alışacaktır şeklindeki yaklaşımlar mantıksız ve acımasız geliyordu. Ancak, alışma sürecinde aile olarak verdiğimiz kararda emin durabilmek de önemliydi…

Mira’nın okulda keyifli vakit geçirdiğini ve çok mutlu olduğunu gözlemlemekle birlikte, laf ebesi kızımın - okula başladıktan bir sene sonra bile - zaman zaman söylediği:
- ben okula gitmek istemiyorum, çok küçüğüm ben ama bebeğim daha…
- okulu istemiyorum sen işten gelene kadar ben seni evde beklerim…
- okuldaki ağlayan çocuklar beni rahatsız ediyor…
… gibi şeyler yüreğime oturmakta… Duygularımı yüreğimden taşırmadan önce mümkün olduğu kadar yalın düşünmeye çalışıyorum.

- Çok eğlenceli bir günün ertesi sabahı okula gitmek istememesinin (benim de işe gitmek istememem gibi…)
- Seyahatler sonrası evi özlemesinin (benim de evden çıkmamak için kırk takla atmam gibi…)
- Huzursuzlananlardan huzursuz olmasının (işyerindeki mutsuz suratların beni de germesi gibi…)
… normal olduğunu ısrarla kendime hatırlatıyorum. Ani tepkilerde bulunmamamı kolaylaştırıyor. Sonuçta benim işimi sevdiğim gibi o da genelde okulunu seviyor, eğleniyor ve mutlu… Söylediklerinin hemen akabinde değil ama kısa süre sonrasında okuluyla ilgili olumlu duygularına vurgulamalar yapmaya çalışıyorum. Okulda o gün yaptıklarını yazdıkları - özellikle o gün Mira’nın ilgisini ekstra çeken şeyleri belirttikleri - defterin büyük faydasını görüyorum.

2. Çocuğunuza kreş seçerken sizin için en önemli kriter nedir? Olmazsa olmaz, bu sağlanmazsa evde bakılsın daha iyi diyeceğiniz.

Cenk için fiziksel koşulları hiç öncelikli değildi ama zaten benim bir kaç kriterim vardı:

  • Bahçesi olan hatta bahçesi plastik halı kaplanmamış,
  • Televizyon - projeksiyon vs. bulundurmayan,
  • Makul miktarda - tercihen hiç plastik oyuncak barındırmayan,

bir yer olmasını bekliyordum.

Cenk’in uzunca bir süre hem Milli Eğitim Bakanlığı ve hem de Sosyal Hizmetlere bağlı benzer kurumlar çalıştırmış olması sebebi ile ortak beklentilerimiz ise oldukça rafineydi.

1) Sistemden önce iyi niyetli ve samimi bir kurumdu; -mış gibi yapan değil, yapamadığında bunu söyleyebilecek kadar dürüst olabilmesi önemliydi. Yani yemeğini tek tek ilgilenip ağzına vermebilmelerini değil, bugün de yemedi diyebilmelerini aradık.

2) Çocukların doğal ritmine saygı duyacak bir yer istedik. Yani; aktiviteden aktivite koşturmayacak, uyumayan çocukları diğerlerine uyacaklardır diye öğle saatlerinde zorla yatırmaya kalkmayacak… Montessori okullarının doğal yapısı gereği buna uygun olabileceğini düşünüyor, hele kendinden büyük ve küçükleri ile aynı ortamı paylaşabilmesini - özellikle okul öncesi dönemde - avantaj olarak görüyorduk. Ancak ziyaret ettiğimiz Ankara’nın belli başlı Montessori okullarındaki aktivite yoğunluğuna, - özellikle de velilerin talebi doğrultusunda - karma yaş sınıfının uygulanmıyor oluşuna çok şaşırdık. Daha ilginci sadece yabancı öğrenciler için oluşturdukları küçük bir grup için bu uygulamayı yapıyorlardı.

Samimiyet ve doğal ritmi yakalayacağımıza inandığımız bir yer için kurumsallaşma veya oturmuş bir sistem beklentisinde değildik. Bu niyetle açılmış bir kurumun da ticari kaygılar ile farklılaşabileceğini öngördüğümüzden işletmenin sürdürülebilirliliğini oldukça sorguladık.

Mira başladığında Binbirçiçek açılalı henüz bir kaç ay olmuştu. Toodler sınıfında 18-36 ay arasında sadece 5 - en fazla 7 - çocuk vardı ki bu sayının okulumuzun ayakta kalabilmesi için imkansız bir rakam olduğu aşikardı. Şu anda aynı yaş grubu için 10 kişilik 2 ayrı toodler sınıfı var, resmi değil ama yöneticilerin aklındaki kapasite dolmuş durumda… Bu büyüme sürecinde yaşadıkları sıkıntıları, buldukları çözümleri, aldıkları kararları, vazgeçtikleri uygulamaları velileri ile paylaşıyor olmaları, çocuğumuzun bulunduğu ortamı eksileri ve artıları bilmemize dolayısıyla sağlam temelli bir güven ilişkisi kurmamıza yaradı.

3. Türkiye’deki kreşlerde rastlamadığınız, keşke olsa dediğiniz bir uygulama var mı?

Gördümüz bir çok ülkede; çocuklara yönelik mekanların, organize oyun gruplarının, müzelerin, kütüphanelerin, okuma - oyun köşelerinin sayıca çokluğu daha önemlisi kolay ulaşılabilirliliği, çocukların daha çok sosyal yaşam pratiği yapmalarına olanak sağlıyor. Dolayısıyla çocuklar doğallığıyla sosyal becerilerini geliştirmeye başlıyor, 3 yaşına kadar okullu olma fikrine yumuşak bir giriş yapıyor. Sadece bu sebepten, Türkiye’de bazı durumlarda okul öncesi için 3 yaşa kadar beklemenin geç bile olduğunu düşünüyorum.

Bu tip sosyal ortamlar ötesinde yurtdışında yaşanmış bir kreş tecrübemiz yok ancak kısa bir inceleme ile bile çocuk odaklı alternatif eğitim sistemlerini benimseyen daha fazla seçeneğin bulunmasına imreniyorum.

4. Türkiye’deki kreşlerde yaygın olarak rastladığınız ve saçma bulduğunuz bir uygulama var mı?

En dikkatimi geçenler;

  • Kaç parçalık puzzle tamamlayabildiği bilgisinin verildiği aylık karne uygulamaları
  • Çocukları, öğrentmenleri, velileri ayrı ayrı strese sokan - geriye kalan fotoğraflara yansıdığı kadar mutlu anların yaşanmadığı - yıl sonu gösterileri,
  • Eğitici video, sinema saati… adı ne olursa olsun okullarda çocukların ekranın önüne oturtulması

5. Çocuğunuz kreşe gidiyorsa, kreşe başladıktan sonra en çok zorlandığınız konu ne oldu? Henüz gitmiyorsa zorlanacağınızı düşündüğünüz?

Mira kreşe başladığında, uyku-beslenme-tuvalet gibi özbakım ihtiyaçları ile ilgili bir kaygımız olmadı. Zaten kendi yiyebiliyor ve tuvalet işini halledebiliyordu. Acıktığını, üşüdüğünü veya sıcakladığını söylüyordu. İhtiyaçlarını talep etmeyi biliyordu. Tam gün kaldığı günlerde öğlenleri genelde uyumuyor ama uykusu geldiğinde ise yer mekan farketmeksizin uyuyordu. Bunları yerine getiremiyor olsaydı da özbakım yönünden gerekli özeni göreceğinden emindim.

Sadece hayatında çizgi film karakteri bilmeyen kızımın markette dönüp şu Sünger Bob’lu sütlerden alayım mı anne? dediğinde sütün içeriğini geçtim, üzerindeki Sünger Bob’u da nereden öğrendi bu dehşetimi unutamayacağım :) Binbirçiçek bir Montessori okulu ve burada çizgi kahraman görsellerine hiçbir şekilde yer verilmiyor. Okuluna oyuncak getirmek yasak değil ancak getirilen oyuncaklar Hilal’in ayısı ile birlikte vestiyerde çıkışı bekliyor. Ama arkadaşları ile muhabbetle öğrenmesi hiçbir şekilde engellenemiyor ki öğrenmesi normal olanı… Böylece biz de yavaş yavaş bu talepleri nasıl dengeleyeceğimizi öğrenmeye çalışıyoruz.

6. Çocuğunuz kreşe gidiyorsa, kreşe başladıktan sonra çocuğunuzda gözlemlediğiniz en olumlu gelişme ne oldu? Henüz gitmiyorsa kreşin gelişimine en büyük katkısı ne olur sizce?

Beklendiğimiz üzere yuvanın dil ve sosyal gelişimine katkısı büyük oldu. Başladığında da yarım yamalak derdini anlatıyordu ama boyundan büyük cümlelere geçişi takip edebileceğimizden çok daha hızlı oldu. Yaşıtları ile oyun kurma becerilerindeki gelişimden daha ötesi özellikle kendinden küçük ve büyük çocuklara yaklaşımındaki gelişmeler dikkatimizi çekiyor.

Bir de etkisini yavaş yavaş gördüğümüz İngilizce gelişimi var… Mira’nın bulunduğu toodler sınıflarında günlük rutin işlerde (elimizi yıkayalım, ortalığı toplayalım, biraz daha havuç istermisin vb.), şarkı söylerken ve kitap okurken İngilizce konuşuyorlar. Sınıfında zaman zaman yabancı arkadaşları da oluyor ama %100 bir İngilizce kullanımı söz konusu değil. Özellikle Toodler sınıfı öğretmenleri, çocukların yardım ve ihtiyaç taleplerini karşılarlarken doğal olarak Türkçe kullanıyorlar. Ancak son zamanlarda öğrendiği İngilizce kelimeleri tam doğru yerlerde kullandığını - bu fish yaani purple fish… bu da ciraf (giraffe) yani cürafa :) - tekerleme kıvamında küçük cümleler kurabildiğini - mommy mommy what do you see? anne sana soruyorum ne gördüğünü söylesene… :) - izliyoruz. Bundan da okulda duyduğu İngilizce’nin kulak dolgunluğundan bir adım öteye kolaylıkla gidebileceğini çıkartıyoruz.

Anket dışı bir gözlem olacak ama… Okul öncesi eğitim kurumlarında bir kadın hegemonyası söz konusu; kadın öğretmenler, kadın yöneticiler, oyun ablaları vs… Okullarımızda veli destekli faaliyetlerin yapıldığı da pek görülmüyor - hoş görülse de bunlar çoğunlukla anneler tarafından sahiplenilmiş etkinlikler oluyor. Geçenlerde YavruSu’nun kreşinde babasının çocuklar ile havuçlu toplar yaptığını gördüm, özendim… Binbirçiçek’te de son zamanlarda alışılmış okulöncesi eğitimcilerinden farklı yüzler görüyor olmak çok hoşuma gidiyor. İlki Özgürkalp; bir iki aydır gönüllü olarak Binbirçiçek’te çocuklar ile çalışıyor. Ayda bir de aileler için bir sunum veriyor. Henüz katılmayanlara ebeveynlik konusunda ufuk açıcı öneriler ile dolu bu sunumu dinlemelerini öneririm. İkincisi ise bizim Davulumdan Masallar performansı ile tanıdığımız, Serkan Kırmızı; Atölye KAM çalışmalarını Binbirçiçek’te sürdürmeye başladı. Serkan; hikayeleri, oyunları, fotoğrafları, ritmler bir araya getirip, herkesi müziği duymaya (ve yapmaya) odaklıyor. Yuvadaki öğrencilere hafta içi ritm dersleri verirken, akşamları yetişkinler için ritm atölyeleri düzenliyor. Haftasonları ise 18-36 ay bebek-aile, 4-6 yaş ve 7-10 yaş çocuk grupları çalışmaları var.

Bu anketlere pek geç cevap veriyor, üstüne lafı çok uzatıyor, dahası paslamayı kesip edebimle oturmuyorum :P Ama erken dönem kreş deneyimleri olduğunu bildiğim YavruSu’nun annesi Evren ile Çikolatalı Pasta’mız Senem‘in ve sevgili Iraz‘ın cevaplarını çok merak ediyorum :)

bunlara da göz atabilirsiniz…

  1. Aralık 14th, 2010 at 15:33 | #1

    Banu, eline sağlık. Daha geçen gün Gökhan’la kadın konusunu konuştuk. Çocuk tüm günü hiç yetişkin erkek görmeden geçiriyor çoğu gün. Eski kreşimizin ortağı erkekti ve okulda aktif olurdu, Ilgaz ondan Ömer amca diye söz ederdi. Bu okulunda da drama öğretmeni erkek. Keşke sınıf öğretmenleri arasında da erkekler olabilse.

  2. Aralık 14th, 2010 at 21:17 | #2

    Çok aydınlatıcı bir yazı olmuş. Ankara’da olmayı ve oğlumu Binbir Çiçek Çocuklar Evine göndermeyi isterdim

  3. Aralık 15th, 2010 at 04:11 | #3

    “yil sonu gosterileri” kismi yuregime su serpti. Dun noel, yilbasi vs gosterileri vardi Arda’larin. Arda oldum olasi bu gosterilerde gerilir ve genelde kalabalikta benim yuzumu ayirt ettikten 10 dakika sonra aglamaya baslayarak bana kosar ve koynuma gomulur. Dunku gosteri sadece sinif icinde olmasina ragmen ayni sey oldu. Ne yapayim bilemiyorum, isin asli, birsey yapmam gerektigini de dusunmuyorum. Niye zorlayayim ki cocugu, istemiyorsa katilmasin gosteriye falan, di mi ama?

  4. Aralık 15th, 2010 at 22:14 | #4

    Banu,
    Okurken aklıma seminer hakkında yazıştığımız ve Hilal’ i Adana’ ya davet ettiğim zamanlar geldi..Bir seneden fazla diyorsun..
    Ve iyi ki yazmışsın tüm bunları..Hemen ben de kendimi sobeledim ve yazacağım :)
    Ve son söz; Hilal’ in anne duyarlılığına, hem Montessori Pedagojisi hem de hayata/insana dair birikimlerine, ve en önemlisi samimiyetine o kadar güveniyorum ki, bunun için Ankara’ da yaşıyor olmak isterdim..
    Sevgiler!!!

  5. Aralık 16th, 2010 at 07:29 | #5

    Damla… Sanırım aileler de erkek çocuklarına kreş öğretmenliğini yakıştıramıyorlar :) En azından dediğin gibi müzik, drama, sanat vs. gibi dışarıdan gelen öğretmenlerin erkek olması çocukların kafasında öğretmen çeşitlemesi yaratabilecektir.

    Fatoş… teşekkür ederim…

    Selen… Yılsonu gösterileri ile ilgili benim anılarım da biraz travmatik… Pek yetenekli olmama rağmen kendimi ortalara atma cesaretinde bir çocuktum ama bunun nasıl terörize edilip, sindirilebileceğini bizzat yaşadım. Şükür şu andaki okulu gösteri yapmıyor ama bundan sonraki okullarının yapmayacağı anlamına gelmiyor. O zaman geldiğinde ne yapabileceğimi kestiremiyorum ama en azından üzerindeki baskılardan birinin de ben olmam gerektiğini düşünüyorum.

    Iraz’cım… senin blogundaki duyuruyu görüp, Binbirçiçek’in kapısını çalmasam, belki Mira yuvaya bu kadar erken başlamaz, ben de bu kadar huzurlu olamazdım :) Ben seni sobeledim bile…

  6. Aralık 17th, 2010 at 10:16 | #6

    çok güzel bir yazı olmuş Teşekkürler

  7. Aralık 18th, 2010 at 18:17 | #7

    Ahaha, ben de okurken biri bu anketi bana paslarsa buraya yonlendiririm, benim dusuncelerimi yazmis Banu diyordum ki sonunda golu yedim :) Ilk firsatta yazayim madem ben de. Sevgiler size :))

  8. Mayıs 1st, 2011 at 02:02 | #8

    Geç de olsa bir toparlama yazısı yazdım.

    Ayrıca taze mim çıktı: http://www.kitubi.com/2011/05/01/yil-sonu-gosterii-mimi/ (vaktin olursa tabi :))

  1. Mayıs 1st, 2011 at 01:27 | #1