Mira öyle kendi kendine mırıldanan bir bebek hiç olmadı. Konuşma konusunda hep pek temkinliydi. Ben bir yaş dolaylarında bayağı bayağı konuşmaya başladığım için bana çekmediği konusunda ailecek hem fikirdik… Üstüne ben neredeyse 1,5 yaşımda, Mira ise 11 aylık yürüdüğü için annem “sen ne kadar dilliysen, bu da o kadar pilli” deyip duruyordu… ki bu iki yaş tüm ezberleri bozdu.
Geçen hafta, Mira’cım ilk defa bana “annnneee Seni çook Seviyoom çok…” dedi. Neye uğradığımı saşırdım. içime sokuverecektim. O sırada araba kullanıyor olmasam, sokardım ya
Haftalar önce, kahvaltı hazırlıkları ile uğraşan Cenk’e “öpmeee… sucuk kokuyorsun sen…” dediği için Cenk “aman kızıma kokmayayım” diye bir paranoya geliştirmişti… Durumla pek dalga geçiyordum ki geçen hafta bana sarıldı ve “züafa gibi kokuyosun sen anne…” dedi. Aha dedim gülme komşuna olursun böyle maskara… Bu arada Cenk’e “çok güzel kokuyooon… seenn ne kokuyon?” dediği için Cenk’in psikolojisi düzeldi. Ama bana arada sarılıp “züafaaa” dedikçe, benim ki “aaa canım nasıl kokuyorum ben şimdi” şeklinde biraz bozuldu… hani boyumun posumun da zürafa ile uzaktan yakından alakası yok ya…
Cuma akşam zorunlu yemeklerden biri için çıkmadan önce Mira “yookk, kalsana, benimle yatsana… anne lütfen…” diye başlayıp “banuuu baksana kalll amaaaa” diye sarınca Cumartesi için kendisine masal gibi bir plan anlattım. Sabah beraber uyanacağız. Yuvarlak omletli kahvaltı yapacağız. Sonra beraber okula dans etmeye gideceğiz. Sonra Selin, Zeynep ve Ada bize gelecek… Akşam da Karya ablalara gideceğiz, seni çok özlemiş. O kadar hoşuna gitti ki “peki, tamam birazcık (!) git ama hemen gel” dedi, el sallayıp, öpücük atıp yolladı beni…
Mira’cım doğduğundan bu yana ilk defa benden ayrı bir gece geçiriyor… Pek sistematik olduğumuz ilk 7 aydan bu yana, ilk defa - üç beş sinema kaçamağını istisna tutuyorum - emmeden uyuyacak ve aynı yatakta yatmadan tam bir gece geçirecek. Ben Antalya’dayım. O babası ile Ankara’da. Bursa’dan ayağımızın tozu ile bir de buralara sürüklemek istemedim onları… en mantıklısı buydu, duygusalaşmaya da hiç niyetim yoktu… Ama bu dilli düdük en son telefonda “annnemm uykum var ama sen geri gel işten artık…” deyince içim buruldu. Burnumun ucu sızladı… şimdi hemen uyumalıyım ki… çabuk sabah olsun… hatta hemen tekrar akşam olsun… ben kızım ile koyun koyuna uyuyabileyim.
Az da olsa iş için nokta atışı geliş gidişler yapıyordum Bursa’ya, ama nokta atışı olunca hiç kafamı kaldırıp bakmamışım anlaşılan… Bu Bursa Master yarışları aldı beni çocukluğuma götürdü. En son 1993 olmalı bizim Bursa Kapalı Havuza gelişimiz. O zamandan bu yana Bursa’da ne çoook şey değişmiş. Değişmeyen tek şey de Kapalı Yüzme Havuzu olmuş sanırım. Zaman donmuş kalmış orada ! Tadilat gördüğü söyleniyor. Eskisehir ve Ankara’daki aynı model havuzların durumu daha da içler acısıymış. Bana duşlar, tuvaletler, kapanamayan - kapansada açılmayan - aliminyum kapılar, ellerine verilen kronometre ile hassas ölçümler yapmak zorunda kalan hakemler… hepsi aynı… geldi. Sadece o zamanlar biraz daha büyük gelirdi tribünler… - meğer ben çok küçükmüşüm. - Sonuçta aynı kaldığı için sevindiğim tek şey büyümüş popolar ve genişlemiş bellere rağmen değişmeyen yüzler oldu….
Bu haftasonu - ister istemez - Türkiye’de spor yapmak, sporcu olabilmek, sporcu kalabilmek üzerine bolca düşündüm. Read more…
Şu an Bursa yolcusuyuz. Benim işim yüzünden yola çıkmamız bu saati buldu. Annem şöför mahalinde, Cenk muavin, Mira tosurduyor, ben arka koltuğa ofis kurdum. Çalışıyor - hatta iş arası kaytarıyorum bile Master yüzücülerin yarışlarına gidiyoruz. Asker kardeşim Suha, Deniz Kuvvetleri adına yarışacak. Ben bu aralar sığ sularda boğulduğumdan yine bir sağlık raporu alıp lisansı çıkartamadım. Hoş bu ara bana ne raporu verilebileceğini hayal gücünüze bırakabilirim. İçime biraz oturdu, yine pisinlere inemedim, tribünlerde takılacağım. Ama Itır Totisi, 2008 bebelerinin anneleri kategorisinde beni de temsil edecektir Hazır sessiz bir kaç dakika bulmuşken, üzerinden daha fazla zaman geçmeden, sessiz kaldığım zamanların önemli havadislerini not alayım istedim. Umur‘cum hep söylüyordu bu 2 yaş bir dönüm noktası diye… öylesine haklıymış ki neye uğradığımızı şaşırmış durumdayız. Mira pek sessizdir - dilli değil, pilli düdük bu - bana çekmemiş 3 yaşında konuşacak galiba falan derken… çenesi bir açıldı pir açıldı. Şu iki haftada yaşadığımız dil gelişimi şaka gibi… kim? neden? nasıl? niçin? kimin? niye? nerede? nereden? neyin? kızım bu kadar soruyu içinde biriktirmiş bunca zaman… soruyor da soruyor… bir de duygu sömürüleri ile beni maymuna çeviriyor ya… Neyse bu konuya dalarsam hiç çıkamam. Asıl diyeceğime geleyim… geçen hafta sonu ilk defa Mira’nın saçlarını kestirdik Osman kesti. Benim saçımı da ilk Osman’nın babası Yusuf kesmiş. 15 yaşımda kına yakarak başladığım kırmızı saç sevdamdan 31 yaş yaşımda boyayı bırakarak vazgeçtiğimden bu yana - üstüne saçımı kestirmeyi de hepten boşlayınca - kendisi ile pek görüşemiyorduk. Gitmeden bir hesap yaptım 3 sene olmuş - öyle ki kendisi ne hamileliğimi gördü… ne de Mira’yı ! Anneannem ve annemden haberimi almasa, o gün Mira’yı karşısında görünce kesin kendisine şaka yaptığımı düşünürdü ya… neyse Mira’ya örnek olmak adına ben saçlarımın ucundan aldırdım. Tutamadım kendimi; makasının ayarını kaçırma, yılların acısını çıkartma diye dır dır bile yaptım. Ama Mira’cım öylesine profesyoneldi ki… Osman’nın tüm talimatlarını benden güzel yerine getirdi. sonuçta da pek beğendi kendini bu beğenmenin sonu benim gibi 14-15 yaşında saçını boyamaya giderse diye endişeleniyorum ya… neyse ki çok var o günlere…
Neslihan ile aylar önce karar vermiştik. Zeynep ile Mira’nın doğumgünlerini birlikte kutlayacaktık. Hatta hepbirlikte Zeyno’nun dedesinin minibüsüne doluşup, Kızılcahamam Çamkoru’da kartopu oynamaya gidecektik. Ben hindistancevizli bir kardan adam pastası yapacaktım… sobada kestane kızartacaktık… falan… Ancak kar yerine bol bol yağmur getiren bu kış, kartopu partisi yerine de bize çamur banyosu alternatifini sununca bu plan yattı, kaldı.
Katlettirdiğimiz karıncalardan özür dilersem, hayatımız normale döner mi? diye düşünmeden duramıyorum. Mira hepimiz adına yeniden “kanka”lar gelsin diye hızla çalışıyor ya hemen işe yarar mı? Söylenmek yerine susalım hatta iyi düşünelim iyi olalım diyordum ama sanırım pilim tükendi.
Annem, Mira, ben… derken hasta olma sırasını kötü bir şekilde Cenk’e sattık. Önceki hafta sonu asker Suha’ya yaptığımız 24 saatlik İstanbul ziyareti sırasında acil ziyareti ile yaptığı açılışı, Ankara’ya dönünce hastaneye yatarak tamamladı. Aldığı ilk serumlar ile gözü açılmış olsa da, doktorlar sadece gözünü açık tutmasını yeterli bulmadığından yatırmaya devam etti. 3 gecelik bir yatış, 3 ünite kan ile kendine geldiğine ikna etti ki Cuma günü hastaneden çıkmasına izin verildi.